Meral Akşener'den çarpıcı açıklama: "28 Şubat’ta masaların altına saklandığında da, biz yine aynı yerdeydik"

Meral Akşener'den çarpıcı açıklama: "28 Şubat’ta masaların altına saklandığında da,  biz yine aynı yerdeydik"
İYİ Parti lideri Meral Akşener, partisinin grup toplantısında konuştu. Akşener, "Bugün, vesayete kafa tutuyormuş gibi yapanlar, dün 28 Şubat’ta masaların altına saklandığında da, biz yine aynı yerdeydik, yine dimdik duruyorduk" derken iktidarın, darbe edebiyatıyla, 4 gün daha milletin dertlerini konuşmaktan kurtulduğunu belirtti.

Partisinin grup toplantısında konuşan İYİ Parti lideri Meral Akşener önemli mesajlar verdi. 104 emekli amiralin bildiri yayınlaması sonrası başlayan tartışmalara konuşmasının ilk bölümünde yer ayıran Akşener,  "Bugün, vesayete kafa tutuyormuş gibi yapanlar, dün, 28 Şubat’ta masaların altına saklandığında da,  biz yine aynı yerdeydik, yine dimdik duruyorduk." dedi. 

Akşener, İktidarın, darbe edebiyatıyla, 4 gün daha milletin dertlerini konuşmaktan kurtulduğunu ifade ederken,  "Türkiye’yi maalesef, her itiraz edeni, hainlikle, teröristlikle, darbecilikle suçlayıp, Buradan siyaset devşirmeye çalışmayı, alışkanlık haline getirmiş bir zihniyet yönetiyor. Bu çarpık zihniyet; işler istediği gibi gitmeyince, Anayasa Mahkemesi’ni kapatmaya yeltenecek kadar şımarık, Koltuğu tehlikeye girince, Cumhuriyet’in kurucu değerlerini tartışmaya açacak kadar şuursuz, İktidarını korumak için, milletini birbirine düşürmeye kalkışacak kadar da, zalim bir zihniyet" şeklinde konuştu. 

Akşener'in açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde;

Konuşmama bir teşekkürle başlamak istiyorum.

Biliyorsunuz, geçen hafta, 2 Nisan Dünya Otizm Farkındalık Günü’ydü,

ve Milletin Kürsüsü’nde, Nevin Aktulga ve oğlu Cemil konuğumuz olmuştu.

Nevin Hanım’ın şikayetçi olduğu bir konu vardı.

Sigorta şirketlerinin, otizmlileri sigorta kapsamına almadığını söyleyip,

bunun zorluklarından bahsetmişti.

Ve sonra ne oldu biliyor musunuz?

Marka adı vermekte hiçbir sakınca görmüyorum;

Demir Sigorta’nın saygıdeğer genel müdürü, Nevin Hanım’ı arayıp,

“Bu uygulamayı, onun konuşmasından öğrendiğini” söyleyip,

farkındalık yarattığı için teşekkür ederek,

şirketin, artık otizmli çocukları da, sigorta kapsamına alacağını müjdeledi.

Farkındalık yaratmak işte tam da budur.

Bu vesileyle, hem şirket yönetimine, hem de Nevin Hanım’a teşekkür ediyor,

aynı hassasiyeti, diğer şirketlerimizden de beklediğimi, buradan ifade etmek istiyorum.

Değerli dava arkadaşlarım;

Siyaset, olan biteni iyi okuyabilme, gerçeği görebilme, gösterebilme sanatıdır.

Yaşananları doğru analiz etmek yetmez,

Kimi zaman, akıntıya karşı kürek çekmeyi de gerektirir.

O nedenle siyaset, samimiyet ister, dürüstlük ister, kararlılık ister.

İYİ Parti’nin siyaset anlayışı işte budur.

Şu son 3 buçuk yılda yaşadıklarımızı hatırladıkça;

Bize, koltuk hesabıyla değil, millet hesabıyla, demokrasi hesabıyla siyaset yaptıran,

Dünya karşımıza dikilse bile, haktan, hakikatten ayrılmama cesaretini veren,

Yüce Allah’a şükürler ediyorum.

Biz, kutlu millet davasının neferleriyiz.

En büyük gücümüz de, milletimize asla yalan söylememek,

hakikatin izinden asla ayrılmamaktır.

Bu, bizim için vazgeçilmez bir ilkedir.

Bu, bizim için tek seçenektir.

Şahsi menfaat hesaplarıyla değil, millet yolunda siyaset yapanlar,

şartlar ne olursa olsun, hakkı söyler, hakikati söyler, dik dururlar.

Nitekim bugün, vesayete kafa tutuyormuş gibi yapanlar,

Dün, 28 Şubat’ta masaların altına saklandığında da,

biz yine aynı yerdeydik, yine dimdik duruyorduk.

Geçtiğimiz hafta sonu yaşadığımız olayda olduğu gibi;

Kim ne der,

Kim ne düşünür,

Ya da, kimi kızdırırız diye düşünmeden,

Hakkın ve hakikatin yanında duruyorduk.

Aziz Milletim, değerli milletvekilleri;

Son dönemde, bir modadır aldı başını gidiyor:

“Gece vakti ortalığı karıştırma modası.”

İstifa eden bakan mı dersiniz,

görevden alınan bürokrat, fesih edilen uluslararası anlaşmalar mı dersiniz,

durdurabilene aşk olsun.

Gece uykusu kaçan, “acaba ne yapsam da, ortalığı nasıl karıştırsam.” diye iş başına geçiyor.

Bedelini ödemek de, her defasında maalesef milletimize düşüyor.

Nitekim, bu modanın son örneği olarak, Cumartesi’yi Pazar’a bağlayan gecenin bir yarısı,

104 emekli amiral, bir bildiri paylaştılar.

Sonuçta ne oldu?

İktidar, darbe edebiyatıyla, 4 gün daha milletin dertlerini konuşmaktan kurtuldu.

Salı günleri, partisinin Meclis grubunda, konuşacak konu bulmakta zorlanan küçük ortağa,

Öfke krizlerine girerek işleyeceği, yeni bir malzeme çıktı.

Yine esnafın derdi konuşulmadı.

Yine çiftçinin çilesi konuşulmadı.

Yine işsizlerin dramı konuşulmadı.

Yine aşı sırası bekleyen insanlarımız, tavan yapan vaka sayıları konuşulmadı.

Yine milletimiz kaybetti, yine Türkiye kaybetti.

Dava arkadaşlarım;

Son altmış yılda dokuz defa,

darbe, post modern darbe, muhtıra, ve e-muhtıra görmüş bir millet olarak,

elbette bazı hassasiyetlerimiz var.

Bu yüzden, Türkiye’ye dair endişeleri olanların, bu endişeleri,

usulünce, zamanını ve zeminini doğru ayarlayarak dile getirmeleri, çok önemlidir.

Hele de, ülkesine yıllarca hizmet etmiş, çok kritik makam ve mevkilerde bulunmuş olanların,

bu konuda, çok daha sorumlu davranmaları gerekir.

Bu kadar basit.

Türkiye’yi maalesef, her itiraz edeni, hainlikle, teröristlikle, darbecilikle suçlayıp,

Buradan siyaset devşirmeye çalışmayı, alışkanlık haline getirmiş bir zihniyet yönetiyor.

Bu çarpık zihniyet;

işler istediği gibi gitmeyince, Anayasa Mahkemesi’ni kapatmaya yeltenecek kadar şımarık,

Koltuğu tehlikeye girince, Cumhuriyet’in kurucu değerlerini tartışmaya açacak kadar şuursuz,

İktidarını korumak için, milletini birbirine düşürmeye kalkışacak kadar da, zalim bir zihniyet.

Dolayısıyla, Türkiye’yi ve Türk Milleti’ni düşünen herkesin,

bu durumun bilinci ve sorumluluğuyla hareket etmesi gerekir.

Türkiye’nin bunca sorunu varken,

İktidar kendi ikbalinin hesabına düşüp, milletimize sırtını dönmüşken,

milletimiz, siyasetçilerden sorunlarına çözüm üretmesini açıkça talep ediyorken,

Kimsenin çıkıp da, iktidarın değirmenine su taşımasına,

Milletinden tamamen kopmuş, bitik siyasetine, can suyu vermesine müsaade edemeyiz.

Etmeyeceğiz.

Kimse kusura bakmasın.

Bu işler böyle yapılmaz.

Ülkeye dair endişeleri, kaygıları olanlar, bireysel olarak her platformda,

veya bir sivil toplum kuruluşunun şemsiyesi altında,

görüş ve önerilerini elbette açıklayabilirler.

Ancak, bunu, gizemli gece yarısı bildirileriyle yapamazlar.

Yapanlar da karşılarında önce bizi bulur.

Çünkü biz;

“Söz de, karar da milletindir.” diyenleriz.

Hak yolunda, hakikat yolunda yılmadan yürüyenleriz.

Dün 28 Şubat karanlığında da bu böyleydi,

27 Nisan gecesi de bu böyleydi,

bugün de bu böyle.

Vesayetin, üniformalısına da, cübbelisine de, lacivert takımlısına da her zaman karşı durduk,

durmaya da devam edeceğiz.

Çünkü biz, hürriyetin ve istikbalin partisiyiz.

Çünkü biz, milletin partisiyiz!

Değerli milletvekilleri;

Biliyorsunuz, geçen hafta Konya’da, geçtiğimiz hafta sonu da, Hakkari’deydik.

Milletimize gittik, seslerine kulak verdik, dertlerini dinledik.

İktidardakiler, sarayda sefaya dalıp,

milletimizin feryadına kulaklarını, insanlarımızın çilesine gönüllerini kapasalar da,

biz, il il, ilçe ilçe, milletimizle buluşmaya devam ediyoruz.

Hakkari’de, kapanan sınır kapıları yüzünden ticaret durmuş.

İş bulamadığı için, oğullarımızın, kızlarımızın gençliği heba olmuş.

Ak Parti’ye oy verenin de durumu aynı, muhalefet partilerine oy verenin de durumu aynı.

Bir eczacı kardeşime sordum, “Askıda mama kampanyası burada da var mı?” dedim,

“Var.” dedi, veresiye defterini uzattı.

Liste uzadıkça uzuyor.

Bir ayakkabıcı kardeşim;

“İşimiz hiç yok.

Şu saate kadar siftah yapmadım.

20 yılda kazandığımızı, 2 yılda erittik,

Artık dayanacak gücümüz kalmadı.” dedi.

Bir beyaz eşya bayisi kardeşim;

“5’inci kuşak esnafım, ama artık bu mesleği bırakmak üzereyiz.

Varsa gidip ya taş taşıyacağız ya çimento taşıyacağız.

Başka çaremiz kalmadı.” dedi.

Bu insanlarımızın sesini duyan yok.

Derdine çare sunan yok.

Bu durumun artık şakası yok.

Bakın, yokluk içinde yitip giden hayatlardan bahsediyorum.

Herkesin, bir şeyi artık çok iyi anlaması lazım:

“Darbe olur mu, olmaz mı?” tartışması, bebek mamasını askıdan indirmiyor.

“Amirallerin rütbeleri sökülsün mü, sökülmesin mi?” polemiği, çaresiz gençlerimize iş bulmuyor.

Yanlışlara itiraz eden herkesi, hain ilan eden bu çarpık zihniyet, tencereleri kaynatmıyor.

Sayın Erdoğan;

Böyle devlet yönetilmez.

Anlamsız polemiklerle uğraşacağına, git Hakkari’ye, Piraye’yi dinle.

Mağdur edebiyatından, siyaset devşirmeye çalışacağına,

“Bugün, yarın, dükkanı kapatacağım.” diyen Hasan’ı dinle.

Koltuğun için her türlü dolambaçlı yolu deneyeceğine,

Kelle koltukta görev yapan korucu kardeşlerimi,

İki yumruk arasına sıkıştırılmış, çaresiz vatandaşlarımızı dinle.

Dinle de, milletimizin gerçeklerini anla.

Anla ki, empati yoksunu, gerçeklikten kopuk hamasi konuşmalar yerine,

Milletin derdini çözecek işler yap.

Millet seni oraya, sarayda sefa sür diye oturtmadı.

Allah aşkına bir kez olsun, eşin dostun yandaşın yerine,

milletimize bir faydan dokunsun.

Yazıktır, günahtır.

Dava arkadaşlarım;

Milletimiz, geçim derdinde kıvranırken, bunlar 4 gündür hala,

“darbe mi değil mi?”, “darbeci mi, değil mi?” bunu konuşturuyorlar.

Buna sebep olanları da, bunu fırsat bilenleri de kınıyorum.

Aziz milletimizin çaresizliğini perdeleyen her sözü, her tavrı reddediyorum.

Kim ne yazarsa yazsın, kim neyi konuşursa konuşsun,

Biz, Hakkarili babaların feryadını konuşacağız.

İnternet imkanı olmadığı için, derslere katılamayan evlatlarımızın çaresizliğini konuşacağız.

“Meral Hanım, şu saat olmuş, akşam ne pişirebileceğimi bilmiyorum.” diyen annenin,

hüznünü konuşacağız.

Sabah 8’de açtığı dükkanında, öğleden sonra saat 4 olduğu halde,

hala siftah yapamamış esnafımızın, durumunu konuşacağız.

İnsanlarımız iş yerlerini kapatmak zorunda bırakılırken,

utanmadan yapılan şarkılı türkülü lebalep kongreleri konuşacağız.

50 bine vurmuş günlük vaka sayılarını,

ülkemizi dünyada birinci yapan beceriksiz yönetim anlayışını konuşacağız.

Yılan hikayesine döndürülen aşı tedariğini, aşı sırası bekleyen insanlarımızı konuşacağız.

Onlar neyi istiyorlarsa onu konuşsunlar, biz inatla bunları konuşacağız.

Çünkü biz bunları konuştukça, milletimizin sesi daha gür çıkıyor.

Milletimiz sesi yükseldikçe, iktidar daha çok korkuyor.

Biz o kirli yüzlerine ayna tuttukça, muhteremler de milletin, memleketin gerçeğiyle yüzleşiyor.

Bize kızanlar olabilir, söylenenler olabilir, hatta hakaret edenler olabilir.

Duruşumuzu anlayamayanlar, ya da anlamak işine gelmeyenler de olabilir.

Hatta ortağını kıskanıp, bize saldıranlar bile olabilir…

Varsın olsun.

Biz biliyoruz ki;

Millet iradesine sahip çıkmak, öyle lafla, hamasi nutuklarla olmaz.

Mesela, Millet’in Meclisi’ni yok sayarak, millet iradesine sahip çıkılmaz.

Mesela, milletin ortak değerleriyle, kavga ederek de sahip çıkılmaz.

Mesela, sandık gelince, “hizmetkar” edebiyatı yapıp,

seçimden sonra, “maraba” muamelesi yaparak, hiç sahip çıkılmaz.

Siyasetinin merkezine, milleti koyarak, millete inanarak sahip çıkılır.

Her şartta, amasız fakatsız, milletin yanında durarak sahip çıkılır.

Millet iradesine el uzatanların karşısında, dimdik durarak sahip çıkılır.

Bizim pusulamız bellidir, ve daima şaşmadan milletimizi gösterir.

Milletimiz, kimin nerede durduğunu, kimin doğru durduğunu,

kimin millet iradesine sahip çıktığını gayet iyi biliyor.

Kimsenin endişesi olmasın.

Allah bizi milletimize karşı utandırmasın.

Dava arkadaşlarım;

Nedense, bu bildiriyle ilgili duruşumuza, Ak Parti değil, küçük ortağı daha çok bozulmuş.

Sayın Erdoğan teşekkür etti diye olsa gerek,

küçük ortak, dünkü grup konuşmasında köpürdükçe köpürmüş…

Anayasa Mahkemesi’nden sonra,

hızını alamayıp, yakında Deniz Kuvvetleri’nin de kapatılmasını isterse şaşırmayın.

Allah Sayın Erdoğan’a sabır versin.

Dün şerefsiz dediğine, bugün “mübarek” deyip,

Dün mektup yazıp, “iktidarı uyarın.” diye yalvardıklarına da, bugün “şerefsiz” diyebilen;

Tutarsız duruş ve söylemleriyle, ülkeyi germekten başka bir fonksiyonu bulunmayan birinin üstünde,

gereğinden fazla durmak istemiyorum.

Ama bu vesileyle, huzurunuzda Sayın Erdoğan’ı uyarmak zorundayım.

Sakın ola, çok ciddi bir öfke kontrol problemi olan, küçük ortağının dolduruşuna gelip,

bildiriyi yazanlara, abuk sabuk cezalar verdirmeye kalkma.

Sorumsuzluktan darbecilik devşirmeye çalışıp da, ülkeye daha fazla zarar verme.

Sağduyuyla yürüttüğün süreci, böyle şaibeli bir yola sokup da,

memleketi daha fazla huzursuz etme.

Dava arkadaşlarım;

Dün, küçük ortağın haftalık öfke nöbetinin hemen sonrasında,

çok enteresan bir şey oldu.

Çin Büyükelçiliği, Twitter’dan, beni ve Sayın Mansur Yavaş’ı tehdit etti.

Çin Merkez Komitesi Türkiye Komiseri,

fahri Çinli, Cinping Perinçek’in gayretleri yetmemiş olacak,

bizzat Çin Devleti’nin kendisi, devreye girmiş.

Neden?

Çünkü bir süredir, iktidar ve küçük ortağını, Perinçek ve Çin’in esaretinden kurtararak,

Uygur kardeşlerimiz için adım atmalarını sağlamaya çalışıyoruz.

Çünkü, Türkistan’da yaşanan insanlık dramına susmadık, susmayacağız.

Sosyal medyadan bir paylaşım yapmışlar.

Demişler ki;

“Çin tarafı, herhangi bir kişi veya gücün, o güç biz oluyoruz,

Çin’in egemenliğine ve toprak bütünlüğüne, herhangi bir şekilde meydan okumasına,

kararlılıkla karşı çıkmakta ve bunu şiddetle kınamaktadır.

Çin tarafı, haklı karşılık verme hakkını saklı tutmaktadır.”

Bak sen hele…

Perinçek’in patronu da, aynı küçük ortak gibi, çok kızmış.

Perinçek’le iş tutanların hepsi, aynı durumda demek ki…

Öncelikle belirtmek isterim ki;

Bizim, herhangi bir ülkenin egemenliğiyle ilgili bir sorunumuz yok.

Ama bizim, Çin’in, egemenlik adı altında,

Uygur kardeşlerimize yaptığı zulümle ilgili, çok büyük bir sorunumuz var.

Biz, “insan hakları diyoruz, adalet.” diyoruz.

Biz, “Doğu Türkistan’daki Müslüman Türk’ün, namusuna uzanan,

mabedine değen o eli çekin.” diyoruz.

Biz, “Uygur Soykırımını Durdurun!” diyoruz.

Bu kadar basit.

Biz, bu meseleyi, sadece soydaşlarımız olduğu için değil,

aynı zamanda, bir insanlık sorunu olduğu için önemsiyoruz.

O nedenle bu kürsü, Doğu Türkistanlı bir evladımızın,

tüm dünyaya gerçeği haykırabildiği tek kürsüdür.

Bu kürsü, hakkın, hakikatin gür bir sesle dillendirildiği kürsüdür.

Bu kürsü, Milletin Kürsüsü’dür!

Bizi saraydaki muhataplarınızla karıştırmayın.

Bu tehditler bize sökmez.

Biz bu mücadeleyi, bugün Türkiye’de bu kürsüden veririz,

Yarın, gün gelip de iktidar olduğumuzda, uluslararası toplumu karşınıza diker, öyle veririz.

Ama bu mücadeleden asla vazgeçmeyiz.

Ve o pis elinizi, Uygur’un sinesinden çekene kadar da, mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz.

Bunu böyle bilesiniz.

Aziz milletim;

Bizim, uyduruk senaryolarla yazılmış, abuk sabuk, yapay gündemlerle işimiz yok.

Biz nasıl daha çok üretiriz,

Nasıl daha çok kazanırız,

Nasıl daha huzurlu ve refah içinde yaşarız, onun hesabındayız.

Pandemi her birimize bir gerçeği, bir kez daha hatırlattı.

Tarım, ülkelerin en büyük zenginliği.

Sağlıklı ve yeterli gıdaya ulaşabilmek, önümüzdeki yıllarda çok daha değerli bir hale gelecek.

İşte o nedenle biz, bugünden, o zamanların hesabını yapıyoruz.

Dün ne kadar üretiyorduk, bugün ne kadar üretebiliyoruz,

Ve yarın bu üretimi nasıl artırabiliriz, bunlar üzerine çalışıyoruz.

Ak Parti iktidarları, maalesef son 19 yıldır, ülkemiz için kritik önemi olan bu konuyu ihmal etti.

Önce insana yatırım yapmaları gerektiğini, bir türlü anlayamadılar.

Fevkalade verimli topraklar üzerinde yaşıyoruz.

Ama ne yeterince üretebiliyor, ne de üreten vatandaşımızı mutlu edebiliyoruz.

İşte size, bu konudaki en önemli örneklerden biri:

Mevsimlik tarım işçilerimizin durumu.

Yevmiyeci, konargöçer, yıl boyunca, oradan oraya çalışmaya giden emekçi kardeşlerimiz…

En fazla 180-200 lira yevmiye almak için,

aylarca evinden barkından uzakta kalan, garip emekçilerimiz.

Onlar;

sigortasız, kayıtsız, güvencesiz,

işverenin ve başlarındaki çavuşların, dayıbaşıların insafına terk edilen vatandaşlarımız.

Onlar;

bu ülkenin en mağdur, en yoksun gruplarından biri.

Soframızdaki yemeğimizde, alın teri olan bu emekçilerimizin, tam sayısını bile bilmiyoruz.

1 buçuk milyon kişi olduklarını, ancak tahmin ediyoruz.

Kalkınma Atölyesi Kooperatifi’nin verilerine göre, her ailede ortalama 7 çocuk var.

Yani yaklaşık 200 bin aile.

Çocukların çoğu okul çağında, ama maalesef okula gitmiyor, gidemiyor.

14, 15 yaşındaki çocuklarımız tarlada çalışıyor.

Peki, temel insan hakkı olan içme suyuna, temiz suya erişimleri var mı?

Yok.

Barınma hakkı, banyo, tuvalet, hijyen imkanları, insana yakışır durumda mı?

Hayır.

Su;

tankerlerden, plastik depolardan, bidonlardan sağlanıyor.

Barınma;

naylon, bez ve branda çadırlar ile sağlanıyor.

Neredeyse tamamı böyle.

Çadırların yarısında elektrik yok.

Gaz lambası veya fener ile aydınlatılıyor.

Bazıları yılda 3-4 yere gidiyor.

1 buçuk, 2 ay sonra, tekrar başka bir yere gidiyorlar.

Toplam çalıştıkları süre, yılda 200 günü geçmiyor.

Peki, ne kazanıyorlar?

Yevmiye, yetişkin için 80 lira, çocuklar için 40’la 60 lira arasında.

Ailenin günlük geliri, 200 lira civarında.

Yani, yıllık gelirleri, aile başına 40 bin lira,

kişi başına da, 4500, 5000 lira ediyor.

Dikkat edin, bu para aylık değil, yıllık.

Yani, kişi başına günlük, 13-14 lira düşüyor.

Yani bu vatandaşlarımız, Birleşmiş Milletler’in bütün dünyada yoksulluk sınırı saydığı,

günlük 2 doların bile altında kazanıyorlar.

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Öne Çıkanlar