Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Küllerinden doğan Türkler için umut var mı?

Değerli okuyucularım… Şeyh Sadi der ki: "Kuşbakışı bakmak güzeldir, fakat kuş gibi bakmamak kaydıyla…" Bizi güçlü yapan yediklerimiz değil, hazmettiklerimizdir. Bizi zengin yapan kazandıklarımız değil, muhafaza ettiklerimizdir… Bizi bilgili yapan okuduklarımız değil, kafamıza yerleştirdiklerimizdir…

Aydınlar olarak kabul etmeliyiz ki, kendisi için bir şey isteyen başkaları için istemedikçe de kamil insan olmaz. Kuşkusuz hayatın iki temeli vardı: İstediğini elde etmek ve elde ettiğinin tadına varmak. En akıllı kişiler ikinciyi uygulayanlardır.

Kitleleşen toplumlarda zaman içinde devlet olmak, bütünlüğüyle bağımsızlığı ve milletlerarası barışı esas alabildikçe devam edebilirler. Konu da asırlar önce Konfüçyüs'ün sözlerinde saklıdır:

"… Üstün insan öteki insanlara saygı da gösterir, o zaman dünyanın dört bir bucağına da oturanlar, onun kardeşi sayılırlar…" Galiba çağdaş insanoğullarının asrımızdaki mantığı bu olmalıdır. Nitekim devletin büyümesinde de düşmesinde de hemen her bireyin sorumluluğu vardır, kuşkusuz.

Ünlü düşünür Berthold Brecht der ki:

"… Büyük sıçramayı gerçekleştirmek isteyen birkaç adım geri gitmek zorundadır. Bugün yarına dünle beslenerek yol alabilir…" İşte bizim tarihimiz, Türk tarihi bu ilmi belgelere dayanır. Yeter ki bugünün aydınları ve gençleri vasıtasız temin ve tanımalıdır, artık.

Değerli okuyucularım, tarihe bakmak çoğunlukla en umutsuz anlarda düştüğümüz yerden kalkmak ve de en karanlık noktadan yeniden başlama azmi ve ümidini aşılıyor bizlere.

Kabul edilmelidir ki, Türklerin 7. Yüzyıldan ve 21. Yüzyıla uzanan Anadolu macerası, sayısız doğal felaketler olduğu kadar savaşlar, isyanlar, darbeler ve muhtelif göçlerin de şekillenerek coğrafyamızda kitlesel bütünlüğün yaşanan meseleleriyle doludur.

Bir millet ki düşünün, bilimsel tarihçilere göre, 25 asırdır, şu ya da bu coğrafyalarda zaman içinde muhtelif adlar altında bağımsız devletler kurmuş. Batılı tarihçilerin tanımıyla 16 devletin içinde de ayrıca iki İmparatorluk mevcut olmuştur.

Bütün dünya ülkelerine göre Devletleri devlet yapan, kitlesel bütünlüklerdeki temeller olmuştur. Bu açıdan bakınca, Türklerin müşterek Dil'i, Din'i, atasal töreleri, Milli Kültürleri, Milli şuurlarıyla bütünlük yaratarak barışa dayalı devam eden süreçleri aşıldı.

Orta Asya'dan batıya kitleler halinde kayan bu milletin, 10. Yüzyıldan itibaren dinsel birliktelik için İslamiyet'e geçişiyle birlikte halkın fikirsel birlikteliğini eğitime dayalı gelişmeleri tetikledi. Anadolu'ya kayan Selçuklular'ın devamı olan Osmanlı Türk devletinin zaman içinde imparatorluk olmasını boş bir mantık hayaliyle kısaltılmış tarihlerde ötelemeye çalışmak tamamen gerçeklerden kopmaktır.

Halkları yöneten devlet sisteminde, bilinen şekliyle Ortaçağ'ın getirdiği Monarşik sistem oldu. Ancak bu sistemin hukuksal ve insanı kaynaklarını ele getiren, gerçekleri yasal hale getiren dünyada ilk kez Selçuklular döneminde yazılmış, Nizam-ül Mülk'ün "Siyasetnamesi" olduğunu halen bilmedik?

İşte bu kavramı ilk kez, Avrupa'nın Hristiyan devletlerinden olan İngiltere'deki 1215 tarihli ünlü Magnacarta adıyla bildiğimiz ilk yasal anlaşmaydı. O asırlara kadar ülkenin yörelere göre dağılmış olan Kontları, Derebeyleri ve benzerlerinin kendilerince halklarını yönetip ezdikleri ortaya çıkmıştı. Bunun insani boyutlarda, yasalara bağlanması şekliydi.

Doğuya bakalım, Selçuklu Türkleri döneminde coğrafyadaki yöresel yönetimler için Eyalet sistemi vardı. Bu eyaletleri yönetenlerin kendilerince uygulama yöntemlerinde yazılı yasalar mevcut değildi. 13. Yüzyıl biterken yıkılmakta olan Anadolu Selçuklu Devleti'nin coğrafyasında hakim Eyalet sistemini, muhtelif adlar altındaki Beylikleri birleştirerek, yeni bir bağımsız Devleti kuran Osmanlılar sağlamıştı.

Halkın yönetim sistemi aynen Selçuklululardaki gibi eyaletler ve beylikler biçiminde uygulanmıştı. Giderek yetersiz kalacak olan bu sistem ise Osmanlıların ileriki dönemlerinde Devleti ayakta tutmak için ekonomik ve sosyal meseleler öncelikli hale gelmeye başlayacaktı.

Esas itibariyle tarım ve fetih girdilerindeki aksamalar ekonomik yapılardaki, çöküntüleri beraberinde getirmeye başlayacaktı, kuşkusuz. Başlıca olgular köylü üzerindeki baskı ve yükümlülüklerin artması bu kesimin iyice güçsüzleşip yoksullaşmasını getirdi.

Çünkü geleneksel devlet sistemi Monarşik mantık içinde mutlak ve Teokratik ya da yarı otokratik bir monarşi düzeniydi, kuşkusuz. İşleyişi Padişah, Ulema ve yeniçeri üçgeni olarak bilinmekteydi. İşte tarihlerimizde anlatılan Gerileme döneminin temeli bu olguların alışılır hale gelmesinde saklıydı.

Sonuç olarak baktığımızda gerileme döneminde Osmanlı Devlet sistemindeki çözülmenin üstelik Devlet-Halk ilişkilerindeki izdüşümü; keyfi, baskıcı anarşik bir tablo olarak görmekteyiz.

 

TEMEL DEVLET YAPISINDAKİ YENİ

BAŞLATILAN YÖNETİM REFORM MUYDU?

 

Yanlış anlatılan tarihlerimizde her nedense devlet çöküşünü hazırlayan, "Padişahların, harem mantığıyla sürekli lüks yaşamlarıydı" diyen yanlış. 18. Yüzyıl sonlarında tahta çıkan III. Selim Han dönemi Türk devlet tarihimizin ilk çıkış yılları olmuştur.

Çünkü devletin yapısında yıllardır varolan yörelerdeki Ayanlar ve Derebeyleri kimi zaman da yönetimin eksikliğinden çıkan yöresel boşluklarda eşkıyalar ve başı bozuklar halkın üzerinde çok etkin biçimde hakimiyet kurmuşlardı. Bu da Sultan'ın hakimiyetini zorluyordu.

Bu dönemde Avrupa'da başlatılan ünlü Fransız devrimi, aslında sanıldığı gibi devletleri tam bir düzene getirme atılımı değildir. Fakat insanların ilk kez fikirsel düşüncelerinin sayılmasını başlatmış olduğunu kabul ederiz.

Kuşkusuz bu yenilik fikirlerinin Avrupa'daki Balkanlar'a kadar yayılması, elbette Osmanlı'ya da yansımıştır kuşkusuz.

İşte bu yıllarda 1791'de tahta çıkan II. Selim Han döneminde, asırlardır süregelmiş ve batılılara göre dönem içindeki son İmparatorluk devletiydi Osmanlılar. Bu yozlaşmayı çok iyi belirleyen Sultan III. Selim Han, bu krizi çözmenin zorunlu olduğunu anlar.

Bahsi geçen yörelerdeki Ayanlar ve benzeri hakimiyet kuranların araştırılması için padişah verdiği kararnameyle, Layihalar yollamıştı, bu kez. Layihalara başvurma yöntemi geleneksel Osmanlı yöntemi olan Meşveret (danışma) çerçevesinin yabancı ekalliyetlere kadar yansıtılmasıyla başlatılmıştır.

Padişahın isteği asıl olan ve Çağdaşlaşmayı yaşamaya başlamış olan Avrupa'nın yinelenme yöntemlerine uyabilme atağıydı kuşkusuz. Öte yandan giderek zayıflamış devletin asıl ateş gücü olan Ordu adına Nizam-ı Cedit teşkilatının kuruluşu olmuştu.

Avrupa'nın başlattığı bilim, sanat, tarım, ticaret ve uygarlıkta yaptığı ilerlemelere de ortak kılmak amacını taşımaktaydı. Kabul edilmelidir ki, III. Selim; siyasi, adli, askeri diplomatik vb. alanlarda birtakım islahat (yenileme) kararlarına da ihtiyaç olduğunu görmek becerisini göstermiştir.

 

SENED-İ İTTİFAK ANTLAŞMASI

Artık Osmanlı için, Prof. İlber Ortaylı'nın deyişiyle "Osmanlı İmparatorluğunun en uzun yüzyılı" denir. Başlangıçta Devletin düzenlenmesi için Padişah III. Selim Han, tarafların zamana da müracaat etmemesi ve karşı hareketleri sonucu başaramamıştı. 29 Mayıs 1807'de tahttan indirilmişti.

İşte bu sebeple Osmanlı'da yenilik yanlısı Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa, devreye girmişti. Üstelik ordudan kaçan ve yenilik yandaşı olanların katılımıyla bir direniş ortaya koydular. Bunu büyük etkinlik yaratmak için Rumeli ordusuyla İstanbul'a gelen Alemdar Paşa, bu kez tahta çıkan yenilikçi ve oldukça tahsilli II. Mahmut'a destek olarak mesele halindeki bu konuyu dirilten oldu.

Böylece 29 Temmuz 1808'de öne çıkanlardan Ulema, Devletin ileri gelenleri Yeniçeri Ocağı dahi engellemek kararına katılmışlardı. Bundan sonra Sadrazam yapılan Alemdar M. Paşa ve onun destekçisi Rusçuk Ayanları meselenin Maşveret usulleriyle aynen kabul edilmesini sağladılar.

Bu gereklerin gelişmesi  Osmanlı-Türk Anayasası hukuku açısından ilk önemli ürünü sayılan Sened-i İttifak Antlaşması olmuştur. Dünyada ilk kez 1215'te İngilizler tarafından yayınlanan Magna Carta örneğiydi.

Değerli okuyucularım,  Sened-i İttifak Antlaşması'ndan tam yüz yıl sonrasında II. Meşrutiyet ile başlatılan, Devletin yenilenmesi hareketlerinin temeli olduğunu unutturdular bize.

Özetlenecek olursa Meşveret-i Amme ve Senedi İttifak'ı da yaratan sosyo-politik çerçevenin değerlendirilmesi artık merkez ve çevre güçlerinin karşılıklı ağırlıklarının tartılmasıyla yeni bir reform yolu olmuştur.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları