Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Karmaşık halde dalgalanmalar

21. yüzyıla girilmişken dünyamızdaki üst düzey Demokrasilerin aslında hakkının değerli biçimlerde anlaşılmış olduğunu sanmıyorum. Aslında devletleri yöneten siyasi kadroların arasında bu kez yeni yeni fanatik düşünceler geliştirilmiştir.

Belki bunlardan birisine demokrasi-diktatörlük formu olarak da söylenebilir. Bir de yüz yıl önceleri ülkemizin kurtuluşla birlikte kuruluş devleti kurallarının başında gelen laik ve liberal demokrasi vardı, vardı da halen bütün koşullarıyla devam ediyor mu, ne dersiniz?

Fakat siyaseti yönetenler arasında tutarsız bazı seslenişler de vardır. Örneğin; seçimsel demokrasi-liberal demokrasi veya otoriter demokrasi gibi, Bunun perde arkasına baktığımızda karşımıza siyasi bir tür kördöğüşler içinde olduğumuzu anlamaktayız.

Bu yaşamakta olduğumuz varsayımlı duygu altı yıl önceki 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e de sorulmuştu. Cevabı şöyle oldu:

"Bu konular bilinerek ve anlaşılarak tartışılmalıdır. Örneğin nasıl bir BAŞKANLIK deyişlerinin de gündeme geldiğini görmekteyiz. Hatta bazılarının tanımladıkları gibi TÜRK TİPİ BİR PARLAMENTER SİSTEM ise belki farklı şekilde, benzer yaşadıklarımızla da uyum içinde olabilir. Faydalı mıdır, zararlı mıdır tartışılır. Eğer bir Başkanlık sistemi olacak ise ABD'de de olduğu gibi, gerçekten yansıtılabilir ancak bu kez de kuvvetler ayrılığı bir başka sorunları getirecektir. Oysa Demokrasilerde Hukukun üstünlüğü de dengeli şekilde oluşursa şüphesiz bunun adı da DEMOKRATİK SİSTEM demek olur."

Değerli okuyucularım, henüz zemini ve kuralları kesin olarak belirlenmemiş olan Sözde Başkanlık düzeni hâlâ aydınlar, siyasetçiler tarafından dahi tam olarak anlaşılmış ya da benimsenmiş değildir. Ancak bu şartlarda halkımızın bu kez ülkenin yönetim sisteminin doğru mu, eğri mi, faydalı mı, faydasız mı olacağını seçebilmesi mümkün değildir.

Ya aydınlar, siyasetçiler bu konuda geçen bu kısa süre içinde ne dediler diye sorarsanız örneğin, değerli arkadaşım, Prof. Özcan Yeniçeri'nin Yeniçağ gazetesindeki köşe yazısından bir kısım alalım;

(22. Kasım 1919) "Sözde aydınlarca millî ve dini değerler ayrılamaz, çiğneyerek toplumsal reflekslerde harekete geçirilmesinin örneklerini açıkça görmek zorundayız. Asıl olan toplumuzun sinir uçları da vardır, kolayca düşünmeden oynanamaz. Elbette ki okul, kışla, yargı ve camii gibi her tür kültürler, manevi değerlerin insanları olarak kışkırtılırken, diğer yandan da bireyleri bilinçsizce, açıkça da siyasallaştırmak hevesine gireceklerdir."

TEMEL BASAMAKLAR

Ünlü düşünür, Gustave Le Bon; "Bir millet kendi unsurlarını kökten değiştirmek gücüne sahip değildir. Ancak şiddetli olaylar, ihtilallerin pahasına bazen insanları değiştirebilir. Fakat kitlesel olarak esaslarını ise kendinden değiştirmek de pek mümkün değildir." diyordu.

Bizim doğrudan yıllarını yazdığımız Soğuk Savaş dönemlerinin getirdiği serbestiyet içinde kuşkusuz bilimsel açılardan İslamiyet Dini çok iyi gelişti. Ancak günümüzde geldiği durumu çok iyi tahlil eden Prof. Ali Köse diyordu ki:

"Din eğitimi sistemi belki bir süre sonra da tamamıyla cemaatlerce yönetilecek ve böylece de sanki yeni resmî din alanının sahipleri de olacaklardır."

Anlaşılmalıdır ki böylece her tür etnik, dincilik, mezhepçilik, cemaatçilik, tarikatçılık, ırkçılık, partizanlık vb. erittiği gün kayıplar olacak. Toplumda var olagelmiş ahlaki, karşılıklı saygı ve sevgi, atasal törelerin zeminleri kaydırılacaktır.

Böylece de cemaatten, devlet kurumlarına ve eğitim makamlarını da elde etmek için yönetimlerin kişisel çıkarları, siyaset yöntemleriyle yaratılır. Üstelik kabul edilmelidir ki, kişinin oluşmasında da din yeterli değildir. Kişiliğe kültürün her türdeki unsurları da katkı sağlar.

Genel olarak özetleyecek olursak, insanlık yaşamının en önemli unsurlarından öncesi Devlet yapısı olmuştur. Dahası temel olan kurum kavramının ileri bir aşaması olan bu gelişmeler, gelişigüzellikle olmuyor.

Aslına bakılacak olursa, güç yerine kural, görüş yerine adalet yükselişi, insanlığa pahalıya mal oldu. Oysa bilinmektedir ki, tarihsel gelişmeler siyasette ise uygarlığın, yönetimde ise insanlığın yaşadığı kanlı ve acılı evrelerinin unutulmaz tabloları olmuştur.

Dünya tarihinden bilinmelidir ki, devletleşmenin kapısı aile yönetiminde (hanedanlıklar sülalesi) bakıcı şekillerde demokrasiye geçebilmeleri de pek mümkün olamamıştır. Fakat bunun geçen asırlar içinde oldukça büyük bedeller ödendiğini de bilmekteyiz.

Türk tarihimize baktığımızda bunun mücadelesine 200 yıl önce başlanmış, III. Selim, II. Mahmut, Abdülaziz ile birlikte getirilen Tanzimat dönemi belki de bizim de dünya gibi Sistem arayış dönemleri olmuştur. Adı geçen devlet halkının yapısında gerçek yönetimin saptanması için adının ve biçiminin koşul olması gerekliydi.

20. yy. dan beri kabul edilen, vaz geçilmez olanın toplumlardaki temel basamaklar olan haklar ve adalet konularında hukuk devletinin temel alınmasıydı. Hukuk kuşkusuz kişisel ve toplumsal yaşamın sağlık ve güzelliğini koruyarak, adalet düzeninin sürekliliğini sağlayan kuralların da bütünüdür.  

Aslına bakılacak olursa Siyasi tutkular ve de partizanlık bu kez zaman içinde aldatmalarla yahut da Demokrasi bayrağını kötüye kullanıp, yerlerde süründürerek yapılan siyaset örtülemez bir yalan olarak da ortaya çıkar ve bu şartlarda toplum artık uyanmak zorunda kalırlar.

Kabul edilmelidir ki Cumhuriyet, sanılan gibi ne holding merkezlerinde, ne dünya bankası ofislerinde kurulmuş değildir. Asırlardır süregelmiş halkının tam anlamıyla kendi ruhundan gelişip, kurulmuştur. Ve de bu devletin sistemine yeni tanımlar verebilmek kabiliyeti henüz hiçbir siyasetçide de yoktur.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları