İkinci kuruluşların anayasa kapısı (1924)
1920'den itibaren yıkılmak üzere olan Türk topraklarında kitlesel bir direniş gerekmekteydi. Üstelik Büyük Dünya harbi sonucunda tüm ülkelerde milyonların ölümü, erkeklerin 3/2'si ölmüş, kadınlar, çocuklar ve de yaşlıların bundan sonra nasıl birlikte yaşayabilecekleri en önemli sorun olmuştu.
Bizimde tarih kitaplarında anlatılanlar gibi Osmanlı İmparatorluğu devletinin müttefiki olan Almanların Versay'da yenik sayılması, takibinde bizimle de bu kez hiç değilse Mondros Ateşkes Antlaşması yapıldı?
Asırlardır her zaman yeni yeni devletler kurabilmesi Türklerin yeni, başarılı Kuruluşçulara ihtiyacı oldu. Eğer yüz yıl öncesinin yakın tarihine bakacak olursak bütün çıplaklığıyla gerekli olan kurucu kadroların el birliğiyle ölüm pahasına soyulduklarını bütün çıplaklığıyla görür ve anlarız.
Değerli dostum, kardeşim Prof. İlber Ortaylı:
"… Türkler gibi İmparatorluk geleneğinden (Hunlar, Cengizler ve Osmanlılar) gelen milletlerin ırkçı olamayacağını kabul etmek gerekir. Çünkü Türk Ulusu'nun yüzyıllarca "Ulus ve Etnik gruplar" ile yan yana kardeşçe yaşamasının sırrı da budur." diyordu.
İşte bu kavramı özetleyen T.C. Anayasası md. 10:
"…Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri şekliyle de ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşittirler…" der.
20. yüzyıl başlarına bakacak olursak II. Meşrutiyet Demokrasi ve Özgürlük gerektiği gibi de oluşturamadığından sorumlulukta karşıt Ulusal toplum-ulusal devlet ve ulusal egemenlik tespitlerini aslında ilk kez konuşulur hale getirmiştir.
Ancak bildiğimiz gibi 1. Dünya Harbi ve devamı Milli Mücadele ile başlatılmış olan Kurtuluş Savaşı sebebiyle Ankara'da kurulan ve adına Kurtuluş Meclisi denilen olgu tarihi değiştirmekle yükümlüydü.
Bu sebeple organizasyon için zorunlu olan yasal konumlar için 20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, aslında 1876'daki Kanun-i Esasi'nin ad değiştirmiş şeklinde ilan edilmiş oldu. Toplamı 23 maddeden olup, Md. 3'teki: "Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi" tarafından idare olunur. Bu ise var olan Kanun-i Esasi'den farklı olarak ilk kez Türkiye Devleti terimi resmen kullanılmıştır.
Üstelik Md.1'de ise büyük harflerle Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir" deyince varolan alışılmış Monark'ın Monarzi'ninden alınması demektir. Bunun ötesinde Büyük Millet Meclisi Kuruculuk ve yaşama görevine ek olarak yürütme yetkisi ile doluydu.
Böylece Türk halkının ölümüne başlattığı bütün imkansızlıklara rağmen geçen 2,5 yıl içinde Yunan ordusuyla savaşlar yapılıp büyük zafer kazanılmış ve 1922 Kasımında başlatılan Lozan şehrindeki Uluslararası Antlaşmalar tarihin en çok önem ve ciddiyetli çalışmalarıydı.
Bir yıl sonra Temmuzda yapılan son toplantıda artık Batılı ülkeler, Osmanlı yerine yeni bir Ankara merkezli Devletin bağımsızlığını ilan etmişti. 23 Ağustos 1923'te Ankara'da Büyük Millet Meclisi toplantısında resmen bu Antlaşma kabul edilmiş oldu. Bilinen tarihlerimizdeki yazılanlar gibi 29 Ekim 1923'te 364 sayılı Tahkikat Komisyonu kararıyla "Türkiye Devleti'nin şekli yönetimi Cumhuriyettir" tanımıyla resmileşmiş oldu. Devletin kuruluşunda ise aşağıdan yukarı ve sivil unsurlar çok güçlüdür.
İKİNCİ KURUCULAR ANAYASASI (1924)
Devletin temel kuruluşunun, toplumun ve bireylerin konumunu ve haklarını belirleyecek yeni bir yapılanmaya ihtiyaç vardı. Çünkü "iki Anayasalı" (1876-1921) durumuna artık detaylarıyla son verilmeliydi.
Kurtuluş Savaşı bittikten sonra ikinci Meclisin kurucu Meclis değildi artık. Aslında 1920'den beri B.M. Meclisi ulusun tek ve biricik temsilcisi olduğu inancı pekişmişti. Bu şekilde olağan bir meclisin yeni bir anayasa kurabileceğine kuşku da yoktu.
Anayasa sırasında ortaya sürülen ve kabul edilmeyen iki önemli öneri olmuştur. Birisi "çift meclis" diğeri ise Cumhurbaşkanlığının güçlendirilmesiydi. Ancak Meclis görüşmelere salt çoğunluk ile başlayacak, kabul içinde mevcudun 3/2'sinin oyu gerekecekti.
Esasları itibariyle 491 sayılı 20 Nisan 1924 tarihli "Teşkilat-ı Esasiye Kanunu" Klasik Anayasa anlayışına ve sistematiğe uygun olarak hazırlanmıştı. Genel hatlarıyla Anayasa altı fasıldan oluşur. Birinci fasıl, genel esaslarının ilk iki hükmü devletle ilgilidir.
1. Maddede Cumhuriyet aslında değişiklikler sırasında bir devlet şekli olarak değil, hükümet şekli olarak formüle bağlanmıştır. 24 Anayasasında yazılan 2. maddedeki "Türkiye Devletinin Dini İslamdır" deniyorsa da bu ifade devletin etokratik karakterli olduğunu göstermez.
Madde 5. Yasama yetkisi ve yürütme kudreti B.M.M.'de toplanmıştır. Meclis yasama yetkisini bizzat, yürütme yetkisini ise kendi seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun tayin ettiği vekilleri eliyle kullanır. Meclis hükümeti her an denetleyebilir ve düşürebilir.
Böylece daha önceki köşe yazımda okuduğunuz gibi 1876'daki Kanun-i Esasi, ilk Anayasa modeliyle başlayan Kurucular'ın ikinci kuşağı bu seferde tam bağımsız ve milletin kendini yönetme şekli olarak Cumhuriyete sokmuş oldular.
Böylece Cumhuriyeti ilan eden son Anayasa değişimiyle başlatılmış olan parlamenter sistem'e doğru kayış artık 1924 Anayasa ile zemin bulmuş oluyordu.
Özetlenecek olursa 1924 Anayasası kuvvetler birliğini sürdürmüş olmakla birlikte yasama ve yürütme işlerinde organik ve fonksiyonel ayrılıklarda yer verdiğini görmekteyiz. Örneğin vekiller tek tek ve heyet olarak BMM'de asıl sorumludurlar.
Kabul edilmelidir ki 20. yüzyıl ikinci çeyreğine girilirken, çıkarılan 1924 Anayasası "Türklerin Hukuku Ammesi" başlığı altında konuyu içerir:
"… Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet başkasına muzır (zararlı) olmayacak her türlü tasarrufta bulunmaktadır. Hukuki tabi eden (doğal haklardan) olan hürriyetin herkes için hududu hürriyetidir. İşte bu hudut ancak kanun marifetiyle tespit ve tayin olur."
Anayasa'nın üstünlüğü ve ilkesi şu hükümde ifadesini bulur "Teşkilatı Esasiye kanunun hiçbir maddesi, hiçbir sebep ve bahane ile ihmal veya tatil olunamazlar, hiçbir kanun bu Anayasanın yerine aykırı hükümler verilemez." deniyordu.
Sonuç olarak bakıldığında 1924 Anayasasının T.B.M.Meclisine var ettiği birçok yetkililer sebebi sonucunda bilinen devrimler döneminin yaşatılması oldu. Böylece 1925 seçimlerinden sonra sisteme konulan köklü değişiklikler bazı tanımlar almıştı. İnkılaplar Kemalist devrim /ya da Atatürk devrimi/, Türk devrimi gibi adlarla tarihimize geçmiştir.
Sonuç olarak çağın getirilerini çok iyi takip eden Türkiye Devleti'nin 24 Anayasası, 1960 yılındaki, askeri müdahale (darbe)ye kadar yedi kez değişim ve eklemelerde yaşayacaktır. Din ve kadın hakları gibi.
1924 Anayasası ve bunu yaratan dinamikler, tıpkı bir önceki gibi (1876) yerli ve ulusaldır. Bu Anayasa herhangi bir dış güce ödün vermek için yapılmamıştır. Temel bakımından ulusal kurtuluş savaşı'nın ve onun da iktidara taşıdığı güçlerin eseridir, kuşkusuz.