Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Günümüzdeki fikirsel akımların sebebi

Pof. Dr. Bülent Tanör'ün sözlerinde:

"Doğan ve yeni güçler teslimiyeti ve de Mutlakiyeti yeğleyen İstanbul Monarşisine karşılık krizin ancak 'direnme ve demokrasi' ile aşılacağı birlikteliğini anlamak gereklidir." diyordu.

Bütün bunları 120 yıl önceki dönemlerde bilinen II. Meşrutiyet atılımlarıyla da başlatılmış olduğunu sanırım oldukça iyi tarih bilgisiyle bilinmektedir. Nitekim I. Dünya Harbi'nin sonucunda ülkemiz yıkılmaya doğru yönelirken, bir milletin aynı MİLLÎ ŞUUR içinde bir araya gelerek Kurtuluşu başlatmışlardı.

İşte hatırlanan bu yenilenmeyi irdeleyip, günümüz için hatırlatma adına yansıtan, gazeteci Taha Akyol'un Milliyet gazetesindeki 1994 yazısı:

"Çağımızda hiçbir toplum IRKİ ve DİNİ saflığa sahip olamaz. Dahası aynı ırkın aynı dinin insanları bile olamazlar. Hele Türkiye gibi imparatorluk mirasçısı bir toplum asla IRKİ ve DİNİ ayrımcılık yapamaz, hatta düşünemez bile." diyordu.

Ancak, akla gelen bu türdeki hayatlar ya da bu düşünceler nasıl, ne şekilde başlatılmıştı. Fakat yaşadığımız 30 yıl öncesine bakılacak olursa, 1989'da başlatılan önceki seçimlerin galibi SHP ise büyük bir seçim yenilgisine uğramıştı.

Böylece elinde tuttukları belediye başkanlıklarının çoğunu kaybetmişlerdi. İstanbul Büyük Şehir Belediye reisliğini RP adayı Recep Tayyip Erdoğan, Ankara B.Ş. Belediyesini Melih Gökçek kazanmışlardı.

Kuşkusuz yerel seçimlerin sonuçları, genel seçim sonuçlarıyla karşılaştırılması amacıyla önem taşıyan genel meclis üyeleri için kullanılan oyların dağıtılmasına bakılınca RP'nin büyük bir oy patlaması oldu.

Anlaşılıyor ki yakın tarihin geçmişine bakılınca DYP'nin 1991 yılında %27 olan oyları %21'4 e ANAP'ın 1991'deki oyları %24 iken, %21'e indi. Böylece de RP'nin oyları kendilerini geçen bu büyük iki partiyle eşdeğer hale gelmiş oldu.

Diğer taraftan seçimin sonucunda Sosyal Demokrat parti için hezimettir. %13'6 ve DSP'nin ise %8'8 ve hatta CHP'nin ise %4'4 olduğu görülür. Evet, 1994 yılına gelindiğinde bütün açıklığıyla tam belirginlik açısından bakılınca bir başka gerçek ise, ATATÜRKÇÜ siyasetçilerin beceriksizliği sonucu dinci grupların seçim zaferi ve ülkedeki iç meselelerin giderek büyümesine ne yazıktır ki pek doğru biçimlerle anlaşılabilmiş değildir.

Oysa Kurtuluş savaşı sonucu Türkiye Cumhuriyetini kuran lider MUSTAFA KEMAL konu için derdi ki:

"Düşmanın her türlü ilimlerinden elbette ki bire bir yararlanalım. Lâkin unutmayalım ki, asıl temelde kendi içimizden çıkarmak zorundayız, yoksa başkalarına bağımlılık doğar..." dediğini sanırım anlamadık.

Değerli okuyucularım, anlaşılıyor ki, HOŞGÖRÜ-LAİKLİK-LİBERALİZM ve DİL İLE DİN başlatılabilen ayrımlara kutuplaşma girişimleri sanırım hesap edilmemiştir. 

Nitekim bu gerçekleri kabul edip unutmamalıyız ki insanlar arasında asıl olan hoşgörünün öncesi tanımı başlatılmış olan TÜRK DEVRİMİNİN içinde açık bir şekilde öne alınmış ve sağlamaları da yapılmıştır.

İşte yakın tarihimizde bire bir yaşamış olduğumuz 1981'deki 12 Eylül sözde yenilemesi ise şimdiye kadar dünya tarihçilerinin çok doğru diye tanımlamış oldukları 1961 Anayasasında bazı değişimleri getirdi. Böylece 1947'de başlatılmış olan SOĞUK SAVAŞ dönemlerinin 1991'e kadar süren diliminde bu kez halklara sosyal hakların serbestiyeti öne çıkmıştı. Oysa kabul edilir ki, Çağdaş Demokrasi de söz konusu olan Özgürlük toplumsal ve uygar insanca serbestiyet düşüncesinin kolayca yerleşimini getirmiş oldu.

Bahçeşehir Üniversitesi Prof. Yılmaz Esmer'in konu için "Radikalizm ve aşırıcılık araştırması" kitabından:

"Cumhuriyetin menşei dindar ve kapalı bir toplumu izleyen insanlar, içki, mayo, şort, kadın ilişkileri gibi konularda adı geçen hoşgörüsüzlük giderek halkın içinde kutuplaşma zeminlerini getirebilir. Böylece sözde demokratik yöntemi kullanan toplumlar bu uçta basitçe AYRIMCILIKTA kolayca zemin bulabilir."

Yine aynı yıllar içinde devrim dönemindeki Afet İnan'ın YURTTAŞLIK kitabında şöyle yazılıyordu:

1-Türkiye Cumhuriyet'ini kuran Türk halkına da Türk denir. Türk Devleti laiktir, her ergin dinini de seçmekte özgürdür. Siyasal varlıkta birlik, dil birliği ırk ve köken birliği, yurt birliği, tarihsel hısımlık, akrabalık ve ahlaki yakınlıktır.

2-Cumhuriyet Meclisi, Cumhurbaşkanı ve hükümet de halkın özgürlüğünü, güvencini ve rahatını düşünüp sağlamaya çalışmaktan başka bir şey de yapmazlar. Bunlar bilirler ki bu erk yerine hizmetleri saltanat sürmek için değil, ulusuna hizmet etmektir.

3-Türkiye Cumhuriyeti bir erkin dinini seçmek ve seçmekte özgür olduğu gibi, dinsel tören özgürlüğü de dokunulmazdır. Doğal olarak dinsel törenler güvenliğe ve genel töreye aykırı olamaz. Hele siyasal bir gösteri biçiminde de olamazlar.

Özetlenecek olursa, bütün ülkelerde olduğu gibi aşağılık insanların parayla yaptırdıkları basındaki mücadele de vardır. Ancak bu girişimler ise doğal şekilde Emperyalizmin olguları dışında ise zaten bilinir. Fakat ülkeyi yöneten siyasetçiler bu konuyu sadece kendi çıkarları için kullanacak olurlarsa ülkenin bağımsızlığı ve insanların biri birine karşı olan sevgi ve saygılarını bölecektir.

Reha Türkmen der ki:

"Baskıcı rejimler ve ekonomik güçler halk arasında rejime karşı hoşnutsuzluk doğururlar. Böylesi şartlarda ise düşünceler bu kez reform isteklerini de tetiklerler."

         

 

 

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları