Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Din ve dindar bilinci nedir?

İnsanlık yaşamında en önemli olan, Devlet yapılanmasıdır. Kurumsallaşmanın ileri bir aşaması olan ancak gelişi güzel uzanan bir çizgi istemiştir.

Güç yerine kural, görüş yerine Adaletin yükselişi insanlığa pahalıya mal olmuştu tarih boyunca. Ancak tarihsel gelişi sırasında MEDENİYETLE UYGARLIK yükselmesinde insanın kanlı ve de acılı evrelerinin olduğu da unutulmamalıdır. Ki başka oldukça etkin tablolarını, ibret kanatlarını bugüne sunmaktır.

Konumuz olan İNANÇLARIN VESAYETİ-GERÇEĞİ. Immanuel KANT der ki: "Aydınlanmanın temel noktası insanları bizzat kendilerinin sorunlu oldukları VESAYET OKULUNDAN, özellikle de DİN konularının vesayetinden korunabilmesidir.

Çünkü DİNÎ VESAYET tarih boyunca tüm her tür vesayetlerin kolaylıkla önünde yer almıştır." 

Aslına bakılırsa, insanlar için dinin vesayetine karşı olmak, bu vesayetten kurtularak el birliği ile dine karşı olmak, ya da dinden çıkmakta değildir. Çünkü özgün düşünce ve de bilimler öncelikle aklın ve bilincin ise din ipoteğine sokulmak meselesidir.

Geçmiş dünya tarihine bakarsak birçok Avrupalı Hıristiyan halkların içinde en azından 5-6 asır süren etkin KATOLİK-PAPA denetimi var olmuştu.

Bilinen 12. ve 13. asırdaki sözde din merkezi de sayılan Kudüs ve bölgelerin Türk ve Müslümanlardan kurtarılması amacıyla başlatılmış HAÇLI SEFERLERİ olmuştu.

Fakat bu doğuya yöneliş, şimdiye kadar bilimden uzak, papazların sadece okuma yazma öğretip, dinle ilgili sözlerinden ibaret eğitimin hemen hiçbir işe yaramadığını anladılar. Böylece gelişmeler için bilim, fen, felsefe, edebiyat, sanat vb. kavramların da Avrupa'ya gelmesini engelleyen papazlara karşı var olan VESAYET mantığından kurtaracaklardı, nitekim öyle oldu.

Bu tarihlerde RÖNESANS-REFORM gibi yeniliğe yöneliş yıllarıyla 17-18. asırda KATOLİK VESAYETİNE tam anlamıyla son verilip, medeniyet ve bilim öne çıktı.

Öte yandan, kabul edilmelidir ki doğu merkezli Müslüman dünyası, başlangıçta bilimsel, eğitim merdivenleri ile tırmanırken, bu sefer Hıristiyan dünyasında asırlarca sürmüş KATOLİK PAPALIK HEGEMONYASI benzeri Osmanlı Türk İmparatorluğu dünyasında şimdiki adıyla DİNCİLER öne çıkıp, devletin yönetim kurumlarında etkin güçler haline gelmeye başlamışlardı.

Her ne kadar durumun tehlikesini ilk gören 3. Selim ve devamı Sultan Mahmut olsa da 19. yy. 2. çeyreğinde başlatılan TANZİMAT FERMANI ile ilk diriliş adımları atılarak, artık halkın aydınlanması, eğitimi konusunda serbestiyetler başlatılmış oldu. En azından başarılı olunmamışsa da hiç değilse, bir tür dirilişti bu.

Ancak Avrupalı devletler, daha 6. asırdan itibaren sözde keşifler mantığı ile Afrika ve Güney Asya'ya kadar yaydırılan gemicilik hareketleri ile bu kez şimdiye kadar hiç yansımamış yeni bir yönteme başlamışlardı. Bunun adına artık SÖMÜRGECİLİK denildi. Tahmin edilemeyecek kadar yüksek sayılarda insanları köle olarak kullanıp, bahsi geçen bölgelerde, yer altı ve yer üstü kaynaklarına çökülüp, yeni yeni imalatlara ve üretimlere başlandı.

Sonuçta 19. asır ikinci yarısına gelinirken bu kez korkunç bir parasal kaynakların toplanmasının getirisi olarak KAPİTALİZM başlamış oldu. Çok gecikmeden bahsi geçen paraların, devletler ve şahıslar tarafından yatırım yapılacak, daha çok kazançlar sağlayacak SANAYİYE YÖNELİŞİ gerçekleşti.

Özetlenecek olursa; dünyada bütün bunlar yaşanırken 20. yy. ilk çeyreğinden itibaren devlet konumundakiler, millet çıkarları için harp sanayisinin getirdiği ateşli silahlar ile 1. Dünya Harbi'ne girilmesi ve doğudaki Osmanlı devletine de yansıdı.

Sonuç olarak bakıldığında kısmen de olsa tarihlerimizde bilindiği gibi, harp sonrası başlatılan çok etkin bir KURTULUŞ SAVAŞI yaşandı ve artık, asırlar boyu yönetim biçimi olan MONARŞİ VE MEŞRUTİYET bırakılıp, adına CUMHURİYET denilen Demokrasiye de girmiş bir TÜRKİYE DEVLETİ var edilmişti.

Ülkenin yeni atılım ve reformların yapılabilmesi için DEVRİMLER dönemine girilmiş oldu. Temelinde matematik, fizik, kimya, tıp, astronomi, hukuk, edebiyat ve felsefenin yanı sıra devletin yönetimi için sosyal bilgiler ve siyaset dalları da olmalıydı.

Ancak asırlardır, Müslüman dünyasında görünüşte pek de etkin devlet yönetiminde görev dahi almayan bir inanç, İslamiyet'in yarattığı VESAYET konusu hemen hiç anımsanmamış, ya da anlaşılmak da istenmemişti. Sadece Osmanlı devlet düzeninde, ŞERİAT ile yönetim kavramında etkili ulemasının en büyüğü sayılan ŞEYHÜLİSLAMLIK makamı, aynen 16. asra kadar Avrupa ülkelerinde kralların aldıkları kararı papanın da din açısından onayladıkları gibi oldu.

Padişah fermanlarının, Şeyhülislamın DİNSEL FETVASI alınarak geçerli sayılmaya başlaması tam vesayettir. Böylece devletin kuruluşu ile birlikte sanıldığı gibi en azından HUKUK-EĞİTİM ve ÖĞRETİM şeklen vesayetlerden kurtulduğu için her alanda toplum insan bireyleri için serbestiyet yaşanırken, bu kez 1950'lerden itibaren dünyada başlatılan SOĞUK SAVAŞ yılları sebebiyle devlet yönetiminde öne çıkan POPÜLİST sistem yaşanacaktı.

Bu yıllarda ölü toprağı gibi yer altında kalmış ve halen geçerli TARİKATLER VE ZAVİYELERİN kapatılması yasası rafa kaldırılmıştı. İlk etapta devletin desteği ve sessiz kalmasıyla birlikte NURCU tarikatların tırmanması başlatılmış oldu.

İslam tarihinde Türk âlimi İmam MÂTURÎDÎ der ki:

"BİLGİNİN ZIDDI CEHALETTİR, İNSANIN ZIDDI İSE İNKÂRDIR." Bu açıdan baktığımızda günümüzdeki devletin yönetiminde başa çıkanların, bin yıl öncesinden pek de farklı olmadığını görüyoruz. Aydınlanma elbette inançla değil, akılla olur. "ben neyi bilirim, neyi bilmem" kritiğini, akıl kendi sınırları içinde yapar; eğer kişi etkisi altındaki VESAYET mantığından kurtulabilirse, ya da kişisel, grupsal çıkarları önemli değilse.         

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları