Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Devlet yönetiminde kadro oluşumu ve 18. asırdakiler

Dr. Taner Tatar, "…Töre ulu bir çınar olan Devleti ayakta tutardı. Onu heybetli kılan ve de güçlü yapan da işte bu köktür. Bu kök ne kadar derinlere dayanırsa çınar da o kadar büyümüş ve de o kadar güçlü dayanıklı ve heybetli olur…" der, doğrudur.

Dünya tarihinde milletten devlete dönmüş bütün toplumların, çok büyük değişimler gösterdiği gerçekler ne yazık ki 11 ve 14. asır arasında yaşananlardır. Ancak bu asırlar için gerçeklere bakılırsa, aslında göçebeler, Dinin yaratıcısı değil sadece mensubudur. Müslümanlık ise bedevi çobanlardan değil şehirli ve tüccar bir çevreden doğmuştur. (Bu bilimsel gerçek tam olarak bilinirken, dine cahiliye mantıkla bakanların 7. Asırdaki Emeviler gibi bedevi cahillerin yarattıkları inancı günümüzde bile uygulamaya kalktığını dinci siyasetçileri görmüyor musunuz?)

Değerli okuyucularım, gazetemizin 7 Ocak tarihli 2. bölümde Devletleşmenin Selçuklulardan Osmanlılara kadar nasıl taşındığını yazmıştım, 11 ve 12. Yüzyılda Anadolu coğrafyasında geçen iki asır içinde girişilen bu toprakların Türkleştirilme meselesiydi bu aslen. Kabul edilmelidir ki, Maveraünnehirden Anadolu'ya kadar çok geniş topraklarda, üstelik asırlardır devam etmekte olan Bizans İmparatorluğuna rağmen büyük hakimiyet kurabilmenin başarısı Selçuklulara aittir.

Üstelik özel olarak Anadolu topraklarına yapılan kitlesel kaydırmaların aslında yatan temel düşünce en uygun yapısıyla devam edecek Yurt ya da vatan olma şuurunda yattığını halen anlamış değiliz.

Bunu sağlayabilmek için yörelerdeki halkların hem denetimini hem yaşamların ve hem de ticaretteki her tür imkanları sağlayabilmek zorundaydılar kuşkusuz. Selçukluların getirdikleri yönetim sisteminde timar kavramı, kuşkusuz yörelere göre bu kez bu yetkileri de alanlara Eyalet beyi ya da beylik denilmeye başlandı.

Anadolu Selçuklu devlet Konya merkezli hakimiyet ve denetim kurmaktaydı. Fakat hem halkların denetimiyle sağlıklı hale getirilmesi ekonomik imkanların sağlanması ve her şeyden önce de var olan dış tehlike Bizans İmparatorluğu ile savaşı engellemek olacaktır, tarih gerçekleri budur, zaten.

Bütün bunların ötesinde cahiliye dönemini yaşayan Hıristiyan dinine mensup insanların kesin bağımlı oldukları Katolik mezhebi başındaki Papa vardı.

Papa'nın talimatıyla sözde İsa'nın topraklarını kurtarmak adına iki asır sürecek Haçlı Seferleri başlatıldı. Amaç tabelada yazıldığı gibi İsa'nın toprakları değil, Anadolu ve Kudüs'e kadar silah zoruyla girip çok büyük ganimetler kazanmaktı.

İşte 12. asır başından itibaren Avrupa'dan sürüler halinde gelen Hıristiyan güçlerin sahip oldukları kendi topraklarında bile savaşlar yaşandığını kısmende olsa tarihlerimiz yazar.

Üstelik aynı asır içinde İç Asya'dan çıkan Cengiz Han ordularının yarım asrı geçen Horasan'dan Kafkaslara, İran'a ve doğu Anadoluya talanları tarihin en büyük zararlarını ve kayıplarını verdirmiştir. Var olan Devleti nasıl koruyabilirseniz, kazanma şansı yoktur.

İşte bu Anadolu topraklarında kendince ayakta duran 16 kadar Türk boylarını bu kez Horasan'dan dalga dalga gelen Hoca Ahmet Yesevi, Tabduk Emreler, Mevlanalar Yunuslar ve ticaretin temellerini kurmaya çalışan Ahi Evren ve Şeyh Edebali gibi aydınlar  dağınık Türk beyliklerini toplamaya çalışmıştır.

Tam bir egemenlik kurulması yaşanırken, hem de Osman bey sonrası, Orhan ve I. Murat dönemlerinde bu kez Bizans İmparatorluğuna rağmen Balkanlara kayarak muhtelif topraklara sahip olma başarıları durmaksızın devam etmekteydi.

Devletin yönetimi Bursa başkentindeyken, halkın ticareti Ahilik sistemiyle açık biçimde temin edilmekteydi. Üstelik devletin de yönetim kadrolarını, Bursa'da açtıkları yüksek eğitim gören medreselerde hazırlığını yapmaktadılar.

1. Kosova savaşında şehit olan 1. Murat'ın oğlu Yıldırım Beyazıt'ın han olması, artık Osmanlı'nın sanılan beylikten güçlü ve bağımsız bir devlete dönüşü oldu. Ancak bu sırada (1393-94)'lerde artık dağılmakta olan Cengiz imparatorluğunun topraklarında Horasan'dan itibaren tam bir egemenlik kuran Türk asıllı Timur hanı görüyoruz.

15. asır başlarında çaresiz karşı karşıya kalan iki Türk devleti Yıldırım Beyazıt ve Timur savaş yapmaktaydı. Bununla Ankara savaşını kazan Timur Han olmuştu. Yıldırım Beyazıt'ın yenilmesiyle Osmanlı döneminde yaşanan oldukça kötü günlere 'fetret devri' denilmiştir.

Osmanlı devletinin tek düşüncesi dünyada en etkili hakimiyet kuran imparatorluk olmak düşüncesiydi. Yıllar içinde bu ideal gerçek oldu.

Asırlar sonra Nazım Hikmet der ki:

"… insan vatanını sever, çünkü vatan bir katibin kalemiyle çizilmiş hatlardan ibaret değildir. Millet, hürriyet, kardeşlik gibi yüce duyguların toplamından hasıl olmuş kutsal bir fikirdir…"

Doğudaki Türkler için 18. Asırlarda deniliyordu ki:

"… O Türklerin yegane sevdikleri şey haktır… Hakikattir ve hiçbir haksızlık yapmadıkları halde tarihin içinde haksızlığa uğramışlardır."

Bu arada anlatılagelmiş tarihlerdeki oldukça da abartılı hale gelmiş son kalan Doğu Roma ya da Bizans İmparatorluğu devleti zaten Haçlılar döneminden beri de içi boşaltılmış, surların arasında kalmış bir devlet.

Osmanlı Türkleri, Fatih'in etkin zekasıyla kısa sürede bu imparatorluğu tarihin sahnesine gömmüşlerdi.

Batılı kaynaklara göre artık Orta Çağ dönemi bitmiş Yeni Çağ başlangıç  sayılmıştı. Oysa bu tanım tamamen yanlıştır. Çünkü adı geçen Ortaçağın özelliği devletlerin hanedanlar tarafından yönetilen Monarşiydi, bu da 19. Yüzyıla kadar sürdü ve Mısırlı Fatimiler dönemlerinde oldukça iyi organize edilmiş yüksek düzeydeki Medreseler mevcuttu. Onların etkisiyle Karahanlılar ve devamı Selçuklular döneminde Maveraünnehir'den Bağdat'a Ortadoğu'ya kadar bilimsel çalışmalar ve aydınlar peşpeşe gelmekteydi.

Önceleri başkent olan Edirne'de daha sonra İstanbul'da Fatih Külliyesi bilimsel yapılanmalara öncülük etti.

Ali Kuşçu, Molla Zeyrek, Molla Hocazade, Molla Hüsrev, Molla Hüsamettin gibi bilim adamları aydınlanmaya katkıda bulundu. Evliya Çelebi'nin birebir gezip gördüğü mahalle okullarında eğitimin yaygınlaştığı görülürken, henüz Avrupa'da hiçbir eğitici organizasyon yapılmış değildi.

Hatta 16 ve 17 asırlarda Osmanlı topraklarında sürekli açılmakta olan hastaneler ve darüşşifalar bize tarihlerimizde hiç anlatılmamıştır. 18. yüzyıla kadar Osmanlı İmparatorluğu Türk ordusu ve askeri teşkilatlanma neydi? Sorusu hep cevapsız kaldı. Fatih Mehmet'in temellerini attığı torunu Yavuz Selim hanın kesinleştirdiği askeri güç donanımı şuydu:

1- Merkezdeki askeri teşkilatlar. 2- Eyaletlerdeki askeri teşkilatlar. 3- Geri Hizmet kıtaları. 4- Öncü kuvvetler. 5- Kal'a kuvvetleri.

Sanıldığı gibi Osmanlı Devleti ordusu sadece Yeniçerilerden ibaret değildi.

Değerli okuyucularım. Osmanlı-Türk Devleti ise 19. Yüzyılda bozulmuştu.   (Devamı var

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları