Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Dr. Onur Akbaş

Dr. Onur Akbaş

HİSBOYU

BATI Cephesinde değişen...

Covid'in bizi ev hapsine aldığı- eskilerin tabiriyle tarassut altında kalmak gibi- bir süreçte vakit buldukça netflix dizilerini izlerken aklıma çok meşhur bir Amerikan dizisi ile alakalı bir edebiyat dergisine yazdıklarım geldi. Neredeyse iki yıl olmuş ama o gün bugündür bizim Batı cephesinde değişen bir şey yok. Ben de önemine binaen bir kere daha okumayan dostlar için hatırlatmak istedim:

 Öncelikle belirtmeliyiz ki bu bir niyet okuma yazısıdır. Ancak niyetimizin halisane olduğunu belirtmek için "niyet okuma" ibaresine bir açıklık getirmekte fayda mülahaza ediyoruz. Aktüel basında, niyet okumakla kötü niyet arama, arasında bir kavram kargaşası hâkimdir. Oysa ki "niyet okumak" da, akademik bir zemine oturtulduğunda, nesnel bir değerlendirme tarzı şeklinde telakki edilebilir. Bu mülahazadan yola çıkarak, kendisi de aslında kitleler üzerinde pek çok niyet okumalara sebep olan -yerli ya da yabancı- dizi sektörü ve bu sektörün -yabancısının yerlisi üzerinde- etkisini irdelemeye çalışacağız.

Maalesef Tanzimat'tan bugüne -"Telemak" işin başlangıcı olarak kabul edilirse- adaptasyon- uyarlama ve taklit arasında gidip gelen romancılık ve hikâyeciliğimiz gibi, dizi ve sinema sektörümüz de aynı handikaptan kurtulamamıştır. Bu handikap, biçemde, teknikte faydalanabileceğimiz Batılı eserlerle birlikte onların kendi meselesi olan ve bizde doku uyuşmazlığı ile neticelenecek olan zihniyete dair bazı unsurlarının da gelmesine sebep olmuştur. Zihniyete dair bu bozuk unsurlar nedeniyle kitleler makro planda kendi toplumsal değerlerimize mikro planda ise birbirlerinin mahalli değerlerine yabancı bir algıyla bakar olmuşlardır.

Biz bu yazımızda öncelikle bir "CIA DRAMASI" olan mezkûr dizinin kısaca konusundan bahsedip dizideki namaz algısı, yanılgısı ya da yanıltması üzerinde duracak ve bunların kendi dizi veya film sektörümüze sirayet eden tarafına değinerek en kibar tabiriyle bizdeki adaptasyon ataletinin nelere zemin hazırladığından kısaca bahsederek yazımızı hitama erdireceğiz.

Nicholas Brody 2003'ten beri kayıp bir deniz çavuşudur ve öldü diye biliniyordur. Fakat Brody, 8 yıl sonra bir tatbikatta terörist sığınma evinde bulunur ve devlet tarafından "kahraman" olarak nitelendirilir. Carrie Anderson bir CIA memurudur ve Brody'nin El Kaide'ye çalıştığını, onlarla iş birliği yaptığını ve ABD'ye saldırı gerçekleştirme planları olduğunu düşünmektedir. Anderson dizinin ikinci sezon sonuna kadar haklı gibidir. Zira esareti süresince örgütün en ileri gelen isminin evinde ağırlanmış, bir Amerikan hava saldırısında çocukların ölümünü ve bununla beraber aralarında bir bağ oluşan örgüt liderinin çocuğunun ölümünü görünce ülkesi hakkında düşüncesi değişmiş ve örgüt liderinin tesiri altına girerek Müslüman olmuştur.(?)

Dizinin birinci sezonunda Brody'den ilk şüphelenen kızıdır. Zira evin garaj ya da ambar kısmında babasını namaz kılarken görür. Ve babasının Müslüman olmasından doğan şüpheyle dehşete kapılır. Bu ruh hali farklı bir kültürle yetişen, İslam'ı farklı algılayan bir kamuoyu mabeyninde yetişen bir kız için anlaşılabilir bir durumdur. Örgüt başkana intihar saldırısı yoluyla suikast işini Brody'ye verir. Kahramanımız bir ikileme düşmüştür. (Bu arada Brody'nin namaz kıldığı sahneler sıklaşır.)

İkinci sezonda işler iyice karışır. Aile artık kahramanımızın Müslüman olduğunu bilir. Bu bilgi aile ve kahramanımızın çevresindekiler açısından can sıkıcı bir durumdur. Zira söze dökülmeyen öyle bir hava yaratılır ki onlara göre Orta Doğu'da katliam yapan, adam boğazlayan 11 Eylül'ün yegâne müsebbibi "cani Müslüman" tipi bir hayalet gibi evlerinde dolaşmaktadır. Brody ikinci sezonun sonlarında Anderson'u kendisinin CIA ile iş birliği yapacağına ikna eder. Artık kahramanımız homeland yani anavatan için çalışmaktadır. Ancak dizide vahim bir gerçek devam etmektedir. Bu -dizideki kullanılan tabirle- "brain washed" yani beyni yıkanmış adam hâlâ namaz kılmaktadır.

Yukarıdaki bilgilere bakarak bu durumu en kibar ve iyi niyetli tabirle yanılgı olarak algılamak mümkün olabileceği gibi yanıltma şeklinde telakki etmek de mümkündür.

İşte bizim Batıdan adaptasyon ürünü olan dizi ya da filmlerimiz de -üç ya da dört asrı şamil bir adaptasyon ataletinin sonucu olarak- yukarıda mezkûr zihniyetin gölgesinde yeşermektedir. Bu yüzden de bizim senaryolarımızda namaz kılan, dini hassasiyeti olan, millî ya da manevi değerlere bağlı olan ile din istismarcısı, millî ve manevi değerleri ticari bir meta ya da bir maske olarak gören, kaba, cahil, softa arasında bir kavram yanılgısı yahut yanıtlaması mevcuttur. Okulda öğretmenin, camide imamın, orduda komutanın bir maskara olarak gösterilmeye çalışıldığı dizileri burada saymaya bile gerek olmadığı kanaatindeyiz. Ama toplumda özellikle bu üç önemli tipin bu şekilde gösterilmesi bu dizilerin "gerçek hayattaki kişi ve kurumlar"dan pek de kopuk diziler olmadığını göstermektedir. Zira içinde Türkiye Türkçesi konuşulan camide nizamiyesinde Türk Bayrağı dalgalanan orduda girişinde MEB yazan okullar da dünyada tek bir yerde var.

Ezcümle: Yanılmak ya da yanıltmak dâhilde ve hariçte yegâne mesele bu...

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları