Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Babıali basınının tarihi ve Osmanlı döneminde öne çıkışı

Matbuatın başkenti İstanbul'da 1970'lere kadar şehirdeki sesler arasında en bilinenlerinden birisi Gazete Müvezzileri (dağıtıcıları) idi. "Yazıyoor, yazıyoor" diye mahallelerde ellerindeki gazeteleri satan müvezziler halkın dikkatle izleyip bazen sevinçle, bazen de kızarak baktıklarıydı.

O yıllarda onlara "Şimendiferle yarışan gazete müvezzileri" denilirmiş. Üstelik gazetenin alıcısıyla satıcısı arasında bir gönül bağı peydahlanır ve de müvezziinin gözleri onu arar, gönlü onu ister. Tanıdık kasaptan et almak, bildik berbere tıraş olmak gibi.

Örneğin 13 Mayıs 1919 tarihli Kalem dergisinin kapağındaki karikatürlerde "Müvezzi dehşeti yazıyor" derken "Hürriyet ve Meşrutiyette vatandaşlar" denilmekteydi. Bu arada halk arasında eski kafalardan bazıları ise "O gazeteler kapanmamalı mıydı?" diyorlarmış.

Aslında gazetelerin, dergilerin manşetten verilen bir haberle dikkat çekmek için yüksek ve tiz bir sesle bağıranlara bile şikâyetler olurmuş. Yenigün, İkbal, Sabah, Tasvir-i Efkâr v.b. gazeteler, örneğin haberin etkisiyle tirajları 10 ya da 15 bine bile çıkarlarmış.

Ancak yakın tarihin gerçeklerine baktığımızda kabul edilir ki Osmanlı İmparatorluğu döneminde II. Meşrutiyet ile birlikte, hem yabancı, ekalliyet gazeteleri ve de yerli bazı gazetelerin tirajları artmaktaydı.

O dönemlerde tanınmış müvezziler de vardı. Tırıl Kenan, Digo Hüseyin, Çerkez Reyhan v.b. leri sabahları erken saatlerde matbaadan alınan gazeteleri, müvezzi işini yapacaklara düzenli şekilde dağıtırlarmış. Günümüzde Cumhuriyetle beraber buna genel olarak Dağıtım Şirketleri denilmektedir.

Örneğin bu dönemlerde tanınmış müvezzilerden de Akbaba Suat dikkat çekmek adına, "Curiyet, Zıpıtı, Asam" gibi sattığı gazetelerin adlarını da anlaşılmaz hale sokup, satışı süratli hale sokarlarmış.

Büyük şehirlerde halk ise onlara "gazete uşağı" derlermiş. Aslında müvezzi ya da müvezzii sözleri eski Türkçe sözlüğünde 1- Mevzi ve taksim eden, 2- Postacı, 3- Gazeteci, evlere gazete dağıtan kimse" diye belirtilmekte.

Anlaşılmalıdır ki biyolojik olaylarda olduğu gibi toplumsal olaylarda da en güçlü etken zamandır. Üstelik zaman en büyük yaratıcı ve de en kuvvetli tahripçidir. İşte bu etkiyi 19. yy. da başlayan Aydınlanma çağıyla birlikte, Tanzimat döneminde Osmanlı'da halka olayları yansıtmak adına gazeteler yayınlanmaya başlamıştır.

Yakın tarihinize baktığımızda açık şekilde görülür ki, Osmanlı İmparatorluğu döneminin son yıllarında aydınlar için öğrenme duygusu öncelikli olmuştur. Bunu en iyi şekilde öne çıkaranlar, bildiğimiz adıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni oluşturanlar olmuştur kuşkusuz.

Nitekim 1889 yılı başlarından itibaren öne çıkan bu serüveni üç kıtaya ve pek çok şehirlere yayanlar olduğu anlatılır. Bunlar arasında yazar Ahmet Ümit ise Fransız İhtilalinin başkenti Paris'ten İstanbul'a kadar uzanan bir yolculuğa çıkarak Selanik, Manastır, Resne, Ohri ve Üsküp gibi önemli merkezlerden başlatılmış olan bu cemiyetin izlerini sürdü.

Bunu başlatan aydınların başı çekenlerinin ise 1889'dan itibaren 130 yıl önce Mayıs ayında İstanbul Edirnekapı'daki bir bağ evinde toplananlardı. Onların daha çok Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye Okulu öğrencisi olduklarını artık tarihlerimizden bilmekteyiz.

Tarihlerde bilindiği şekliyle 24 Temmuz 1908'de başlayan II. Meşrutiyet hareketinin aydınlar açısından Avrupa modeli medenileşme hareketi olduğu kabul edilir. Bu aşamada önü açılan aydınların, halka konuyu yaydırma adına az ya da çok sayıdaki gazeteleri kullanması ise son derece doğal bir ulaşım aracıydı, kuşkusuz.

Bahsi geçen II. Meşrutiyet hareketi sırasında yayınlanan gizli gazete Neyyir-i Hakikat 7 Temmuz 1908 tarihli nüshasında; "Manastır Valisi Hıfzı Baba saraya yolladığı telgrafta özel trenle Manastır'dan gelip, kolağası (Yüzbaşı) Resneli Niyazi'nin isyanlarını araştırmakla görevli Şemsi Babanın Resne'ye gitmek üzere arabasına bindiğinde suikasta uğramıştır" der.

"Bugün İstanbul'un ilgilendiği en önemli mesele Anadolu'dan Rumeli'ye asker sevkidir. Kolağası Niyazi'nin saraya ulaşan telgrafında "Kanun-i Esasi'nin yürürlüğe girmesini tavsiye ederim. Aksi halde ahirette ve Ruzimahşer'de (mahşer gününde) cümlemiz ise yakanıza sarılarak Divan-ı İlahide hukukumuza dava ederiz." denilmekteydi. (Tarih gerçekleri gazetede).

Journal de Salonique (Selanik'teki Fransız gazetesi) "23 Temmuz 1908: Sabahın ilk saatlerinde elektrik direkleri ve teksir edilerek çoğaltılmış olan kâğıttan afişlerin saldıkları gürültüler. Bunlar İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin çok mutedil (ılımlı) dille yazılmış duyurularıdır.

Halk ise Meşruti idarenin tesisi için Cemiyet ile beraber olmaya davet ediliyordu. Bunları okuyan kalabalıklar giderek gruplaştılar, sayıca da buralarda ilgili birisi yüksek seslerle ele aldıkları gazeteleri, afişleri okuyup diğer yandaşlar ile de onları teşvik edebilmekteydiler.

Bir kısım ise belediye binasına girdi. Aynı konuşmalar ve alkışlarla aynı benzer olaylarda vilayet binasında da tekrar etmekteydi. Olympos meydanında akşam 6.30 sırası kalabalıkların sayısı 15 binleri buldu.

Rumeli Umum Valisi Hilmi Paşa, sadrazamdan gelen telgrafın ve Kanun-i Esasi'nin tekrar okunduğunda artık geçen zaman içinde kalabalık 60.000'e çıkmıştı.

Aslında 2. Temmuzda başlayıp 20 Temmuza kadar süren 22 günlük halkın isyan hareketi Batılı Hristiyan ülkelerde yıllar boyu süren milyonların öldürülüşü ve kan gövdeyi götürüşü gibi olmayıp böylece 32 yıllık padişahın iktidarı bitirilmişti."

İşte Osmanlı dönemindeki öne çıkarılan Gazete ya da günümüz adıyla basının halk arasında nasıl bir etki yarattığını, hatta kan dökmeden bile gerektiğinde nasıl etkili olduğunu ispat ettiğini ne yazıktır ki biz tarih kitaplarımızda pek de öğrenemedik, galiba.

   

 

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları