Adaletsiz devletler aslında devlet midir?
Fustave Le BON der ki,: "...Bir millet kendi unsurlarını kökünden değiştirme gücüne sahip değildir.. Şiddetli olaylar, kargaşalıklar hatta ihtilaller pahasına bazen insanlar değiştirilebilirler. Fakat kitlesel olarak esaslarını ise kısa sürelerde değiştirebilmekte pek te kolay ve mümkün değildir..." derdi.
Bütün bu değişimler için özellikle halkın yada milletin kitlesel olarak kendi kendine inanmış olmasını temin eden ana faktör, kuşkusuz eğitim asıldı. Zaman içinde insanlar gibi milletler de baslarına gelen açı tehlikeler içinde de bazen güçlenirler. Ki bu asırlardır süregelmiş Türk toplumlarında genellikle kendi geleceğimizi hazırlar, sonra da oluşuma dahi KADER demiye yeğ saygalmisizdir.
Oysa insanların özgürlükleri sahasın da karşılıkla hoşgörü içinde birleştirici rollerinin bireyler üzerinde ön plana çıkartılması gereklidir. Çünkü insan bireylerini de bası ve birlikteliklerle biter, o halde temel sorunlarının tekrar tekrar irdelemesi gerekir.
Kuşkusuz insanlık yaşamının en önemli oluşumlarından birisi Devlet yaşamının kurumsallaşmasının ileri bir aşaması olan gelişmelerdir. Ancak bütün bu gelişmeler kişisellikle geliş güzellikle oluşuveren bir takım kurallarla oluşan ve yönetime kadar uzanabilen belirleyici iletişimlerdir, kuşkusuz.. b
Prensipler olarak Güç yerine kurallar, görünüş yerine adaletin yükselişi insanlığa aslında oldukça da pahalıya malolan gerçeklerdir. Çünkü tarihsel gelişmeler "Siyasetle, uygarlığın iyi ilişkilerinden, insanlığın kanlı ve acılı evrelerinden oluşmuştu, üstelik unutulmaz tabloların, ibret kanıtları olarak genelinde is bütünlüğü oluşturan bilgiyle sunulması olmuştur.
Devletleşmenin başlangıçta ki kişi vesile yönetimlerinden başlıyan düzenleme biçimidir. Bu arada 19.yy. sonlarından itibaren benimsenmeye başlatılmış ola DEMOKRASİ'ye geçmenin bu denli insanlık için çokta ağır biçimlerde ödemiş olduklarını öğrenmekteyiz.
Çünkü Demokratik yapılanmalarda asıl olan Hukuk ise daha değişken kurallarını bütünüdür. Çünkü hukuk ilkesi ve toplumsal yasamın, sağlık ve güvenliğinde koruyan temeldir. Adaletli düzenin sürekliliğini sağlayan temel olan kuralları bulunmaktadır.
Anlaşılmalıdır ki, kitleleşmiş milletlerde devlet olduğunda hukuk meselesi ise içselleştirmenin bir tür devlet ve devletin yönetimi için esas alınmalıdır. Ancak devleti yönetmeye yönelen bireyler, genellikle SİYASAL tutkularını PARTİZANLIK ile aldatmayı fazla severler.
Böylece öncelikli olan bireysel, grupsa çıkar ara açısından halk için tabela edilmiş, öncelikli sayılmış demokrasiyi sevecen bir şekilde kullanıp rahatlıkla hiç sıkıntı çekmeden sömürmenin yöntemini yaratırlar.
Bu tarz gri imlerin, özellikle 20.yy.basından itibaren Monarsiden, Cumhuriyet yada Demokrasiye geçiş esaslarında öncelikle Avrupa devletlerinde çok görülmüştür.
Aslın bakılacak olursa temelleri kurgulayan hukuk kavramı, toplumsal yasamayı zorunlu kılan güçlerin en etkili organıdır. Böylece prensip haline getirilmiş olan Adaleti vererek iyi oluşturulmuş mutluluğu da esas alan Hukuk öne çıkar.
Öte yandan önemli olan değerini bilmeden, yada bilmekte istemeden hukukun kötüye kullanılması, bu hallerde iktidarı oynayan KÖTÜ SİYASETÇİLER'in dışında kimse bir tür tabela olarak görülen hukuk ve ADA İT tanımlarını kullanıp, kendilerinde BAŞARILI DÜNYACA KABİL ÖDELMİŞ HUKUK DEVLETİ demek, tamamen altı bos ve kuru bir görünüşten ibarettir.
Hukuk ve adaleti tabila, girilip çıkılan Adalet Bakanlığını ise kapalı kapılar ardında kullanım aracı olarak kullanmak günümüzden bir çok ülkelerde bizde günümüz siyasetçilerince sanırım çok kullanılır olmuş,
Özellikle devletin yönetildiği kurumlarda, konuları ve bilimle bağlantıları neler ise, o konularda yıllar geçirmiş, üstün yetenekli, başarılı Bürokratların bu kez LİYASAKAT esasıyla yerleştirilmesi asıldır. Eğer bu asıl prensip unutulmuş ise, o zamana tabela görülen hukuk ve adalet kurumlarının içi tamamen uyulmuş olur.
Kabul edilmelidir ki, yıllardır göregelen belli bir süre içinde gerekli, hatta zorunlu olan yönetim biçimi eğer/dünyada örnekleri olduğu gibi/başarısız, milletini tabeladan gören sömürgeci yöneticilere eline geçmiş ise artık, çözüm alışılmamış şartları zorunlu kılar.
Türkiyemizde, demokrasi kavramının 2. Dünya harbinden itibaren çok partili rejime dönüşmesiyle ve de dünyanın soğuk savaş dönemine girmesiyle birlikte de artık, temelleri atılmış, anayasası belli Türkiyemiz DIŞ VE İÇ tehlikelerin yanı sıra sayıları belli olmuş muhtelif FİKİRLERİN türetildiği ülke olmuştur.
Kuşkusuz ulusal birliğin temelini görenler daha dikkatli daha öncelikli olmak zorundaydılar. Fakat siyasal kulvarında kişisel ya da partisel durumlarda etim katmanlarında etkili olmaya başlar. Bunun dışında eğitime gerek olmayan cahiliye kesimlerde ise çok daha kolay zeminlerin bulunması sağlanacaktır.
Bu sebeple de Aydınların devrimi ve aydıncılık. Bu ke DESPOTLAR tarafından hemen her devirde ise DÜŞMANLAR olarak görülmeye başlanır. Ne var ki bir siyaset ya da Emtidar'ın veya bir din yada mezhebin halkın belli konularda bilgi sahibi olmasını engellemiş olarak da tanımlanan OBSKÜRANTİST despotlar/yada anlaşılacağı gibi BİLMESİNLERCİLER/kullanılmaya başlar.
Dünyada olduğu gibi Dezpotların, otoriter iktidarların, haberleri, yorumları, gazeteleri, kitapları da sansürlemeleri yasaklamaları kolay hale getirilir. Suçlamaları gerektiren yasaklar, kimi zaman Din'e kimi zaman Sovenizm'e günah ve ihanet kavramlarına da dayandırılır. (anlaşılsın ya anlaşılmasın)
Tarihimizde, obskürantist/bilimdışı, sansürcü, uygulamaların, galiba Sultan Abdülhamit döneminde tüm açıklığıyla okumuştunuz. O zaman en azından Osmanlı'nın son dönemi hakkında hem hiçbir şey bilmeden, Sultan'ın uygulamalarını asıl sayıp benzemeye çalışmak ise tamamen cahiliyet değil de nedir, okuyucularım?