Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Abdülaziz'in 2. dönemi, Hal'li ve Boğdurulması

Sultan Aziz'in 10 yıl süren birinci padişahlık döneminde uluslarası ilişkiler ve ülkesinde varolan devlet kurumların işlerliğini başarıyla sürdürmüştü. Ancak bunun başarılı deneyleri ağabeyi rahmetli Sultan Abdülmecid döneminde başlatılmış Tanzimat ve devamı Paris konferansında çıkarılan Islahat fermanı oldu.

Devletin kurumlarının yaklaşık yerlerde olması ve bunların koordinasyonu için İstanbul Bab-ı Ali'nin merkez yapılmasıyla mümkün olabilmekteydi. Ancak devlet işlerinin dış kaynaklı borçlar ile yapılması sebebiyle, Aziz'in araştırma istemesi sonucu doğdu.

1874 yılında yapılan hesaplamalara göre Osmanlı Devletinin dış borçları 44 milyon Osmanlı altınıydı. Daha önceki yazımda araya giren Gürcü asıllı Mehmet Nedim paşanın görevi sırasında çıkarttığı ihaleler.

Bunun ötesinde oldukça geniş topraklara da sahip olan Osmanlı İmparatorluğu Devletinin oldukça uzak yerde görevlendirilmiş Valileri mevcuttu. İşte bu valileri görevlere tayinlerini, doğrudan padişah değil, hazırlayıp uygunluğunu gösterip sunan Bab-ı Ali vezirleriydi.

Üstelik devlet yönetimin bu ve benzeri birçok tehlikelerle dolu oduğu doğrudan ölmeden birkaç önce Sadrazam Mehmet Ali paşa Siyasi Vasiyetnamesinde bütün açıklığıyla yazmıştı. (Bunu detaylarıyla 28 Ocak 2022 tarihli gazetemizde yazmıştım)

Bu dönemde padişah ile yakın ilişkilerde olan Mütercim (tercüman) Mehmet Rüştü paşa, yakın dostu olan Şeyhülislam Hüseyin Hayrettin ve bir süre içinde vekaleten Sadrazam yapılan Hüseyin Avni paşa vardı. Artık onlar Osmanlı tarih kayıtlarında yazıldığı gibi hiç ayrılmayan Bab-ı Ali'deki Dörtler çetesi olmuşlardı.

Aslına bakılacak olursa Ortaçağın en büyük ve son imparatorluğu olan Osmanlı devleti, 1699 Karlofça Anlatlaşmasından itibaren eski alışılmış Fetihler'in tamamen unutulmasıyla yeni bir konuma gelmişti zaten.

İşte 1871'lerden itibaren artık daha önce anlattığım, devlet memurlarının yetiştirildiği Enderun okulu işlerliğini kaybettirilmişti. Üstelik bütün bu üst düzey bürokratların aslında ülkemiz içinde yürekten hizmet verecek kimseler olmadığını bilirdi. Zaman zaman saraydayken derdi ki:

"… Bu adamlar bana yaranmak için, ortaya da çıkan hemen herşeye itiraz ederler ancak bunların arasında ise yarayacak bir konu geldiğinde onları da hizmet için hiçbir zaman bulamazsınız…" diyordu.

Çok yakınlarında dolaşan Hüseyin Avni paşa ise aslında Ispartalı göçmenlerden olup gençliğinde Abdülmecid zamanı Mektebi Harbiyeyi bitirip subay olmuş hatta Sivastopol'daki savaşlara da katılmıştı.

Fakat binbaşılıktan sonra devlet memurluğunda Bab-ı Aliye girip bu sefer lisanı sebebiyle Hariciye memurluğunda vilayetlerde Avrupa'da ilçelikler yapmış Mehmet Ali paşa ondan hep çekinmiş, bunu da padişahına kendisine beyan da etmişti.

Kaypak birisi olarak Bab-ı Ali'de yandaşları ile birlikte devletin memurlarına kendi yandaşlarını çok kolay tayin etmeye başlamışlardı. (Tarih tekrardır, günümüzde kaydı kabak, eski Genel Kurmay başkanı Hulusi Akar'ın aynen Hüseyin Avni'nin günümüz benzeridir.

Padişah Abdülaziz'in devletin protokol toplantılarında yanından hiç ayrılmayan, yalaka bürokrat modelleri bilinen Osmanlı tarihinde uzunca anlatılır Padişah'ın sözlerin aynen kabul ederken ona da:

"… Efendimiz, halk bizi ne bilsin?.. İstihar-ı namımız (ünümüz) teveccühü şahaniz sayenisndedir." Diyerek el etek öpmeyi devam ederlerdi.

(Eski tarihe bakmaya gerek yok diyorsanız, bugün devleti yöneten kadrolara bakınız. Resmen seçilmiş milletvekili olmayan tayin ile bakanlık verilenler sözlerine başlarken, … Sayın Cumhurbaşkanımızın da tavsiye ve direktifleriyle kayıtlara geçirdi. Biz bunlara halkımıza da söylemek durumundayız… diyorlar)

O yıllarda bütün bu bilinenlere rağmen Sultan Abdülaziz han döneminde devletin zorunlu gelişim durumu için Maarif (milli eğitim oldukça iyi kanalize edilip ilgili yerlere okullar ve tarihler yapılmış.

1869 yılında bir Maarif Nizamnamesi (şartlar) 1860'larda 183 Rüştiye (ortaokul) var iken 1868'de bu okulların sayıları 396'lara çıkarılmıştır. Şart:

1- İlk öğretim okulu mecburi olacaktır.

2- Okullarda sınıflanmalar şöyleydi: 1- Sübyan okulları, Mahalle mektepleri ve köy okulları vardı. Bundan sonra Rüştiye okulları ve İdadiler (liseler) yerleştirilmeye başlatılmıştır.

3- Vilayet merkezlerinde ise Darülfunun (üniversite) ve Sultan mektupları oldu.

4- Ayrıca İstanbul'da bir Darülmuallim (erkekler için öğretmen okulu) ile kızlar içinde Darülmuallime (kız öğretmen okulu) açılmıştır.

(Evet bu öğretmen okulları, Cumhuriyet dönemi yenilenmiş ve İstanbul Çapa'daki Öğretmen okulu bir çok hocalar yetiştirmişti. Ancak 8 yıl önce AKP, hükümeti tarafından kapatılıp değiştirilerek Fen Lisesi yapılmıştır. Sebep öğretmen yetiştirilmesi diye.)

Ne gariptir ki tahsilli ve sağlıklı, üstelik Avrupa'yı bizzat gezip krallar ile görüşmüş, batılı bir padişah idi, ancak en zayıf tarafı etrafındaki üst düzey bürokratlar seçememesi olmasıydı. Bunun içinde Dörtler çetesi artık ülkenin içte ve dıştaki ilişkilerinde ülke menfaatlerini değil kendilerinin her türlü çıkarlarının peşinden koşar olmuşlardı.

Ancak bu çete kendilerini çok iyi bilen bir padişah yerine devlet işlerine hem bilmeyen ve hem de karışmak bile istemeyen bir Padişahı tahta çıkarmayı düşünmekteydiler. Bu da doğal olarak sultan Abdülmecid hanın oğlu şehzade Murat olabilirdi.

Aslında devletin üst kademeleri onun padişahta yapılmasını hayal bile etmiyorlar, onun iki yaş küçük kardeşi şehzade Abdülhamid'i severlerdi. Bütün şehzadeler devletten maaşlarını alırken o hiçbir zaman maaşlarını almayıp devlet hazinesine bırakırdı. Çünkü kendisi ahlak içinde tavukçuluk, ticaret ile meşguldü.

Dörtler çetesi gizli açık ilişkilerini sürdürdü. Eğer kendilerini ordu içinde paşalar dahil olursa bu çok daha kolay olacaktı, kuşkusuz ve Mekteb-i Harbiye komutanı Süleyman paşayı ikna ettiler. Merkez komutanı mirliva (tuğgeneral) Mustafa Seyfi paşa ile Dahiliye (içişler) subaylarından miralay/Alp, Ahmet Hıfzı beyi ikna etmekte gecikmediler.

Daha sonra Şeyhülislam Hayrullah efendiyle ciddi temaslara başlamışlardı. Sakin ve yalaka bir adam olan Şeyhülislam, aradaki paşa ve subayların etkisiyle FETVA yazma garantisini vermekte gecikmiş.

Birkaç ay içinde Hüseyin Avni paşanın çokta gizli ve çok paraların dağıtıldığı oyunu hazırlandı. Mayıs ayı içinde Şehzade Murat padişahın hallini Topkapı sarayında bekliyordu. Fakat Şeyhülislamın bir süre gecikmesi onlara 29 Mayıs perşembeye kadar da uzatmıştı.

Nihayet 30 Mayıs Cuma günü güneş doğmadan Topkapı sarayında top atışları başlatılmıştı. Sabaha karşı Çırağan'da bulunan Sultan Abdülaziz uyandı: - Bu toplar galiba culüs toplarına benzer.

Evet padişahlar indirildiğinde 100 top atılırdı. Padişahın hallini hazırlayan bu çete durumu tamamen Padişaha bildirmek üzere Başmabeyinci Hafız Mehmet, Darülsaade ağası Cevher ağa memur edilmişlerdi.

Bunlar hal edildiğini Padişaha bildirmek üzere girdiklerine Sultan Aziz herşeyi anlamıştı artık - Ne yapalım kader böyleymiş efendiler… der.

Bütün bunlar yapılırken zaten hazır olan dörtlü çete Topkapı sarayında beklemekte olan Şehzade 5. MURAT alınarak tahta çıkarılıp 33. Padişah oldu. Daha sonra saraydan geri alınan sultan Abdülaziz han ailesi ve yakınlarıyla birlikte dört gün Topkapı sarayına götürülüp korumaya alınmışlardı.

Daha sonra Sarayburnu'nda bekleyen teknelere bindirilip Beşiktaş'taki Çırağan sarayındaki ünlü şehzadeler okulu bilinen şimdiki adı Kabataş Lisesi'ne getirilmişti. Oradaki FERİZİYE köşkünü ailesiyle birlikte yerleştirildiler. (Bugünkü halen varolan Kabataş Şehzadeler Vakfı binasında)

Bazı tarih kaynaklarına göre tahttan indirilip tutuklu bırakılan Sultan Abdülaziz'in burada öldüğü anlatılır. Oysa işin aslı böyle değildir. Çünkü bu henüz 46 yaşında olan sporcu karakterli padişahın sağlık sebebiyle öldüğüne inandırılamazdı.

Bab-ı Ali'deki üst basamaklar kendilerince tayinlerle düzenliyen dörtlü çete, eski padişahın yaşamaya devam etmesine şiddetle karşıydılar. Çünkü yeni padişah 5. Murat han zaten bu eşleri sevmediğinden hemen tahttan ayrılmak bile isteyebilirdi.

4 Haziran 1876 günü gizli gizli düzenledikleri bir plan sonucu Sultan Aziz'in pehlivanlığını bildiklerinden onun herhangi birisi tarafından öldürülemeyeceğini çok iyi bilirlerdi.

Edirne Kırkpınar'dan üç Kırkpınar güreşçisi getirildi. Saraya davet edilip onların ailelerine de verilmek üzere birer küçük çanta altınlar verildi. Yanlarına sarayın imamı ve onun müezzini ile cami bekçiliği yapan iri yapı birisi de katılmıştı.

5 Haziran sabaha karşı kapısı hızla açılan kapıdan girenlere baktı - Ya Allah diyerek yastığın altındaki altın kakmalı padişah hançerini çıkardı fakat beş kişiyi zapetmek mümkün değildi. Ancak imamı yaralasa da birden iki pehlivan onun başını yastığın altına alıp nefes almasını engelleyerek boğdular.

Bundan sonra 5 Ağustos 1876'ya kadar tahtta padişah olarak kalan Beşinci Murat han yerine yine dörtlü çetenin arasına katılmış Mithat Paşa'nın teklifi iknası ile tahta 33 yaşındaki Abdülhamit oldu.

İşte tarihin gerçeğini bilmeyenler, ancak 33 yıl sonra 1909'ta tahttan inen Abdülhamid boğuldu derler. Oysa gerçek tarihte hiç de öyle olmadığı açıktır.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları