Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Yenileceğini bile bile ölüme koşan bu millet nasıl oluştu?

Millet davası, şuursuz ve ölçüsüz bir konu şeklinde düşünülmemelidir hatta savunulmamalıdır... Millet davasının aslı, şuurlu bir ideoloji meselesidir. 600 yıl önceleri merkez Asya'dan yıllardır gelip Batı'ya -Anadolu'ya- yaran edinmek adına gelen Selçuklular bilinen Haçlılar ve Moğollar sebebiyle kitlesel bir yönetilemez dönemi yaşamışlardı.

İşte bu yıllarda 16 kadar aynı kökten, aynı dil ve dinden gelen yöresel bağımsız boyların on altıya ayrılışı yaşandı. 13. yüzyılın sonlarında öne çıkan aydın felsefeci, bilim adamı Şeyh Edebali'i en azından Oğuzların Kayı ve Çapni boylarını (Kayılar-Çepniler) birleştirip, bağımsız bir devlet kurdurmuştu.

Şeyh Edebali derdi ki: " …Bu dünyada eğer aklını, ahlakını, inancını kaybedersen yeşiller çorak olur… ve de çöle dönersiniz… Açık sözlü olasın, hemen her söylenen sözü de üstüne almadan sabırla dinleyesin…"

İşte o asırlardaki Türkler, 10. yüzyılda Karahanlılar ile başlayan Kaşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hacib, vb.lerinin etkisiyle en azından aynı dili ve inancı da kullanıp sahip olan topluluk olmuşlardı. Hele vatan edindikleri Anadolu'daki birleşimlerde, insan olarak doğuştan var olan hırs ve tamah tutkularını bırakıp millî bütünlük içinde birleşip 350 yıl devam eden ve adına Batılıların Ottoman Empire dedikleri devlet olarak dünyaya egemen ve bağımsız devlet oldular.

Ancak bu kitlesel birliktelik, sahip oldukları yaklaşık 22 milyon kilometrekarelik coğrafyalarda birçok dili, dini, töresi, ırkı ayrı olan muhtelif milletler ile birlikte yaşamaktaydılar. Bu üstünlük duygusu, kendilerinin hâkimiyetindeki diğer halklar içinde küçük görme duygusunu öne çıkaracaktı, öyle de oldu.

Dünyada birçok örneği olduğu gibi son 10 yıl içindeki siyasetçilerimizin aynı duyguda oldukları gibi dersek yalan olmaz.

Ancak 15. ve 16. yüzyıllardaki bu üstünlük duygusunun altında ezilen Avrupalı Hristiyan devletlerin, tarih kitaplarımızda yazıldığı gibi Rönesans-Reform gibi iki asır geçen süreç içinde değişimlerini getirecekti. 17. ve 18. yüzyıllardaki keşifler sebebiyle yeni yeni bölgeler bulmak ve özellikle oradaki henüz cahil kalmış insanları kullanmak, onlara sömürgecilik kavramını getirmekte gecikmeyecekti, öyle de oldu.

Böylece 19. yüzyıla girilirken, Avrupalı devletlerin artık yenilenmeye başladıklarını, sömürgeciliğin getirileri sonucu zenginlik Avrupalılar için Kapitalizmi de getirip, bu sefer Sanayi Devrimi başlayacaktı. Böyle şartlarda rahatlıkla yeni bir uygarlık ve de medeniyet tutkuları çoğalınca, adı Osmanlı İmparatorluğu Devleti olan Türklerin büyük şehirlerinde başlayan bir Aydınlanma Çağı'nı göreceklerdi.

Evet, bildiğiniz gibi Tanzimat dönemiyle birlikte şehirlerdeki aydınlar arasında üç fikir doğmuş oluyordu.

1- Osmanlıcılık, 2- İslamcılık, 3- Batıcılık, şeklinde ve bu akım bilindiği gibi Avrupa'ya tahsil için gidenler Jön Türkler olarak çıkacaktı, sayıları az da olsa.

Ancak 19. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan Orta Avrupa'daki Germanizm benzeri Kuzey Rusya'da başlayan Panslavizm akımlarına mukabil, 19. yüzyıl sonlarında ortaya çıkarılan Gaspıralı İsmail Bey'in başlattığı Pantürkizm akımı artık Türk milleti şuurunun eğitim kurumları içinde gizli ya da açık şekilde yayılması olacaktır.

Değerli okuyucularım; değerli dostum, rahmetli arkadaşım Prof. Mustafa Erkal diyordu ki:

"… Milletleşme olmadan demokrasi de olmaz, yaratılamaz da! Nitekim zemini ve de bodrumu olmadan binanın üst katları hiç yoktur… Demokratik bir devlet ile millî devlet çekişmez bir bütündür…"

Peki, asırlardır süregelmiş ve adına Batılıların da Ottoman Empire dedikleri, son imparatorluk olmuş Türkler nasıl olmuştu da bu hâle girivermişlerdi? Gelin bunu Osmanlı devleti yönetici kadrolarından olan Melik Ahmet Paşa'nın, o yılları anlatan kitabından okuyalım:

"… Rüşvet ve zulümle toplanan akçenin (paranın) elbette hayrı olmayıp onunla yapılacak olan kalyon, gemi, tekne, vs. ise çabuk batar… Ve dahi eğer ki sahibi yerinde durdukça maazallah devlet biter…"

Değerli okuyucularım, işte tarih gerçekleri de buydu ve henüz halk olarak tamamen eğitim görüp de hazır olmayan şekilde II. Meşrutiyet'in açtığı yolda bu kez henüz demokrasi ve siyaset nedir bilmeyenlerin bu kez devleti yönetmeye başladıklarını yaşamıştık.

Yukarıda Melik Ahmet Paşa'nın dediği gibi eğer ülkeyi yönetenler, ellerine geçtikleri mali imkânları sebebiyle her şeyi yapabileceklerini zannettiklerinde bu kez 1911'de başlayıp 1921'e kadar süren on yıllık milletlerarası savaşların hiç beklemeden tamamen içine girmemiş miydik?

Evet, açık biçimde anlaşılıyor ki Sultan II. Abdülhamit döneminde açılan eğitim kurumlarında da kendini yetiştirip, devletine hizmet etmeye soyunan sivil ve askerî idadiler, üniversitelerde alışılmamış bir mantıkla, kendilerinin Türk milleti olduklarını, müşterek dilleri olduğunu, aynı İslamiyet dininden olduklarını, atasal törelerine sahip olmakta esas şuurları olduğunu anlamaya başladılar.

Nitekim ölümü hiçe saydıkları, I. Dünya Savaşı ve devamında bağımsızlık adına başlattıkları Kurtuluş Savaşı'nın hem uygulayıcıları hem de yöneticisi olacaklarını anlamaya başlamışlardı, yaşanılan büyük Çanakkale Savaşı'ndaki emir komutayı yöneten komutanlar.

İşte bu grubun içinden öne çıkan lider Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın konu için söyledikleri çok açıktı:

"… Millî emeller, millî irade yalnızca bir şahsın düşüncesinden değil, bütünüyle birlikte millet fertlerinin arzuları ve emelleridir… Yarının tarihleri yeni fasıllarını Türk Birliği ile açacaktır. Dünyanın sükununa (huzuruna) bu fasıllar içinde bulacaktır.

Türklerin varlığı bu kürre'i âlemde (dünyada) yeni yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek o zaman göreceklerdir, huzur içinde…"

Sonuç olarak baktığımızda şununla karşılaşırız: "… İnsanlar her şeyi farklı gözler, farklı düşünceler içinde görürler… İşte düşüncelerdeki ayrılıkların da asıl sebebi budur. Bunu anlamanın tek yolu, insanların geçmişi ve kendisini anlamasında yatar.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları