Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

1914'te İtilaf Devetleri'nin millî hedefleri neydi?

Avrupa'nın güçlü sömürgeci devletleri muhtelif çok geniş kutuplu savaşı birtakım amaçlarını gerçekleştirmek için büyük bir hazırlık içindeydiler yıllardır. Harp sanayisinin geliştirilmesi sonucunda, artık bir savaş olacaksa, güç ve etkinlik sadece ateş gücü denilen orduların kuvvetiyle mümkün olabilirdi.

1914'e gelindiğinde İtilaf devletlerinin millî hedefleri neydi bilir misiniz?

"Dünyanın en önemli kıtaları Asya, Avrupa ve de Afrika'nın birleşim alanı AVRASYA sayılırdı. Burada ulaşımın en önemli etkisine sahip olan BOĞAZLAR'dır. Eğer boğazlara saldırırlarsa hem Kafkasya cephesindeki Osmanlı orduları bölünüp batıya kayacaklardı. -Bundaki sebep kuşkusuz boğazları korumak olurdu.- Hem de Balkanlardaki Bulgaristan'ı yanlarında savaşa katılımı sağlanabilirdi... Bu durumda müttefikler artık boğazlar yoluyla ortakları olan Çar Rusya'sına, askerî mühimmatlar, silahlar ve yüklü miktarda erzakların yardımla yollanması çok kolay hâle gelirdi.

Hatta doğuya gidildiğindeki bölgedeki azınlık Rus halkının gücünden de faydalanmasının yolu da açılmış olacaktı (Rusya'daki Türki Halklar). Ayrıca boğazlar ele geçirilince de Osmanlı İmparatorluğu Devleti devre dışı bırakılabilecek, Rusya'nın da yardımı ve Balkanlardaki Bulgarların katılımı ile korkulan Almanya'dan rahatça kurtulmuş olunacaktı."

Bu hedefe ulaşabilmek için zaten yıllardır tüm sömürgeci devletler için diplomatik girişimlerin yanı sıra jeopolitik ve jeostratejik sistemler işlemiştir. Aslına bakılırsa zaten bahsi geçen Boğazlar Meselesi, üç asırdan beri "Rus varlığı"nın güneye, açık denizlere inme politikası değil miydi?

Zaten bu çok geniş çaplı, gizli-açık planların daha 93 Harbi döneminden beri İngiliz ve Fransız devletlerince ele alınır, en kolay yöntem, Osmanlılara ait topraklardaki azınlık halkları işlemek olacaktı.

Bu sebeple Mısır ve Arabistan'dan başlayıp, bölge halklarını yönetim konumunda kalan aşiretler ve şeyhler için en kolay sistem, onlara ticari imkânlar kazandırıp kendi kendilerini yönetip, para kazanmaya imkân sağlamak olacaktı. Öyle de oldu yıllar içinde...

Üstelik yaşamakta olan halkın eğer %80'i cahil ise onları en kolay ikna edecek yöntem, siyasetçiler için sadece iki silahtı: Birincisi inançları olan dini, etnik azınlıklar olarak bağımsızlığa sevk etmekti. (Aslında bakılırsa bir yandan 100 yıldır hiç unutulmadı, hatta günümüzde ülkemizi yöneten siyasetçiler gibi).

Hatta bu imkânlar aslına bakılırsa 150 yıl önce başlatılan TANZİMAT atılımı, sözde Batılılaşma adına da aydınlanmayla beraber, Osmanlı şehirlerinde çok da kolay eğitim zeminlerinin geliştirilmesini sağlamıştı. Bu kararsız ve kuşkucu olmayan aydınların içinde çok kolay ve yandaş fikir sahipleri çoğaltılıyordu.

Evet, I. Dünya Harbi, kısmen de olsa başlatıldığı yıla böyle girilmeden, ilk yoklamayı Aralık 1913'te Ege adalarının Yunanlılara istenmesine girilmişken, bunda ısrar için 14 Şubat'ta Osmanlı Devleti'ne bir de tehdit notası yollamışlardı, şaşkınlık ve kararsızlık içindeki devleti yöneten İttihatçılara.

Peki, Osmanlı devleti ordusu neydi?

Osmanlı Devleti, son yıllarda her ne kadar Almanya ile dayanışmalar içindeyse de İngiltere ve Fransa ile de yeni bir ittifak arayışına girmek gibi kararsızlık içinde yönetilmekteydi İttihatçılar. Üstelik her iki bu devlet de Osmanlılarla müttefik olma özelliğinde bulunmaktaydılar.

Çünkü halkının üçte biri azınlık denilen Araplar, Ermeniler, Rumlar ve Yahudiler idi. Kendi Türk ve de Müslüman halkının ise %80'i hâlen cahil konumdaydılar. Bu konumda olan insanların gelişmiş, medenileşmiş Avrupa'ya bakışı ne olabilirdi ki?

Aslına bakarsanız asırlardan beri örneğin ünlü Arap âlimi İbn'ül Vakif Türkler için derdi ki:

"... Türkler, insanlar arasında, düşmanın en yamanı; mücadele yönünden en serti, hayatın çile ve meşakkatlerine karşı en sabırlı ve fakat nimetlerine karşı ise fazla aldırış dahi etmeyen insanlardır..."

İşte bu dönemlerde dünya ülkeleri, olası kitleler arası bir savaşın bütün olanak ve ihtimallerini dahi düşünürken, Osmanlı İmparatorluğu Devleti zaten böylesine savaş ihtimalini düşünmeyip sadece beceriksiz ve deneyimsiz bir diplomasi ile Avrupalılarla İttihatçıların öne sürdükleri temaslar yapmakla meşgullerdi.

Osmanlı ordusunu yenileme adına devreye girenler, ordudaki en önemli kuvvet komutanlıklarını ele geçirmekteydiler. Toplumda yaklaşık 930 bin civarındaki ordunun komuta kademeleri, merkez İstanbul'dan yönlendiriliyordu ancak Erkan-ı Harbiye'deki iki başkan İttihatçı Enver Paşa ile Almanların Generali Bronsart Paşa'nın hesapları ve planlarındaydı.

Daha önce de yazdığımız gibi 29 Ekim 1914, günü Almanların Osmanlı donanmasına katılmış ve adları Yavuz-Midilli olan zırhlıları ile Karadeniz'de Sivastopol, Odessa ve Novoroasti limanlarını bombaladık. Doğrusu harbe girişin sebebi kuşkusuz buydu.

Aynı günlerde İttihatçıların ısrarı ve Şeyhülislam'ın fetvası ile Sultan V. Mehmet Reşat'ın Cihat İlanı oldu. Müslüman Arapları ve Osmanlı vatandaşlarını, halifelik gücüyle savaşa sokma isteğiydi. Bu isteğe Araplar ne o zaman ne de bugün hasılı hiçbir zaman tarafgir olmadılar,

3 Kasım'da Rusya, 5 Kasım'da Fransa ve 11 Kasım'da da İngiltere resmen Osmanlı Devleti'ne savaş açmıştı. 4 yıl sürecek savaşın sonucunda Osmanlı Devleti'nin toplam 2.800.000 askeri vardı. Bunun 325 bini şehit, 400 bini yaralı, 250 bini esir şeklindeydi.

Harplerin gerçeklerine bakılmadan varsayımlarla da tarih anlatmak her zaman yanlış olmuştur ülkemizde.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları