Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Abuk-subuk tarih yazılmaz

Değerli okuyucularım, eğer insanları önyargılardan kurtaracak bir şeyler yapabilirsem… Kendimi ölümsüzlerin en mutlusu sayarım… Önyargı dediğimiz de bazı şeyleri bilmek değildir… Sadece asıl olanın ise kendi kendimizi bilmemektir…

Bu açıdan baktığımızda geçmişimizdeki tarihte insan toplulukları Millet Niteliği'ni unsur sayarlar. Kabul edilmelidir ki Millet teorisini, milliyet ülküsünden çözüp dağıtan dünya üzerinde başarılara yönelmiş bir gelişim hiç olmamıştır.

Ne yazıktır ki, 20. yüzyıla kadar bütün devletlerin bilimsel olmayan tarih anlatımlarında sadece devlet yöneten "hanedanların" adıyla anılageldiler. Avrupa'da Habsburglar, Romanoflar, doğuda bin yıl öncesi Selçuklular ve devamındaki OSMANLILAR tanımı asıl sanıldı.

Fakat bu tarzdaki anlatım, anlayabildiği olay ve meseleleri sadece ufaltıp, basitleştirmiştir ne yazık. Üç bin yıl öncesindeki bir Sümer Atasözü der ki:

"… Bilge kişi çıkmaz sokakta yol alır, karanlıkta ise ışık bulandır…" demek istediğimiz de galiba buydu. Hatta ünlü bir Rus Atasözünde de denir ki:

"… Olaylar ve hayat, satranç oyununa benzer… Çok kez Şah deriz, fakat sadece bir kere MAT dersin…"

Şimdiye kadar en azından iki asırlık yakın tarihimizi bile istenildiği gibi anlayabilmiş değiliz. Sadece çoğu kereler "Memalik-i Osmaniye" denile gelmişti. 18. yüzyıldan itibaren bu kez Avrupalı milletlerin bütün yazılı belgelerinde OTTOMAN EMPIRE denildi. İşte Batı'nın kabul ettiği tarihin son imparatorluk modeli olduğu bize nasıl unutturuldu, anlamadık…

Değerli okuyucularım, bir an için gençliğinizde ya da şimdi öğrendiğiniz okuduğunuz tarih kitaplarını yok sayın ve bizi bize doğrularıyla anlatanlardan sayılan İngiliz düşünür Andrew MANGO'nun 2000 yılında İstanbul'da iken yayınlattığı ATATÜRK kitabının kendi imzasıyla bana verdiği sayfalardan alalım, der ki:

"… Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik kavramları, pratikte çok uluslu imparatorluk halklarının yaşadığı hiyerarşilerini bozmakla birlikte, mantıksal açıdan bu imparatorluğun varlığıyla birlikte, mantıksal açıdan bir imparatorluk varlığıyla bağdaşır değildir.

Ancak eski toplumlarda "dinsel, mezhepsel ve de kabilesel farklılıklara yeni utkular katarak onlara bir de rasyonel açılardan konumlar da getirecektir. Ancak ırksal, bölgesel, etnik ve ulusal klışelerin insanların tanımı ifadelerinde hep vardır.

Belirli toplulukların yaşama biçimleri arasındaki farklılıkları göstermek için herkesin anlayacağı muhtelif tanımdaki işaretler olarak kullanılıyordu. Özetlemek gerekirse Osmanlı Devleti 19. yüzyılın sonlarında Avrupa medeniyetinden alınmış bir ASKERİ VE MÜLKİ İDARE (Devlet kurumları) mekanizmasına gelinmişti.

Kabul edilmelidir ki, Osmanlı Devleti var olduğu sürece çoklu etnik karakter yapısını sürdürmüştür. Aslında Osmanlı, uyguladığı farklı dilleri koruyup, farklı dinlere mensup olagelmiştir, asırlardır aynen. Bu sebeple hiçbir zaman dinsel açılardan ayrımlar da yapılarak gruplaşmalara zemin yaratılmamıştır.

Fakat farklı dinlere mensup toplulukların ne dereceye kadar karıştığı zaman ve bölgeyi saptayarak o dönemlere ait tarihmiş gibi anlatmak yanlıştır.

Not: Ne yazıktır ki yüz yıl sonra günümüzde devletin yönetimindeki siyasetçiler de aynı oyunu yapıyorlar!

"… Avrupa kıtasında Osmanlıların elinde kalan topraklar, Adriyatik kıyılarından Türk boğazlarına kadar geniş bir şerit halinde uzanıyor. Arnavutluk, Makedonya ve Trakya'yı kapsıyordu. Asya'da ise 1978'de Ruslara terk edilen kuzeydoğu köşesi dışında Anadolu ile Arap toprakları ellerinde kalmıştı."

Evet, gerçek Avrupa milletleri birebir yerinde yaptıkları araştırmalar sonucunda asırlardır süregelen Osmanlı Türk İmparatorluğu Devletini böyle azıklıyordu. Ancak bilmediğimiz bir gerçek de vardır ki, Türk tarihini baştaki ŞAH-PADİŞAH tanımlarından ibaret sayma mantığının hiçbir doğru tarafı yoktur.

Kabul edilmelidir ki, Osmanlı devleti olarak MUTLAKİYET yönetiminden MEŞRUTİYET yönetimine geçiş sayılan en basit "Demokrasi şuur'u" kapıları açmıştı. Peki, bütün bu aşamalarda ne yapılmıştı ki, 1840'larda başlatılan TANZİMAT sonları gelirken durum neydi?

Devlet yönetiminde Fransızların BÜROKRAT dedikleri okumuş, aydınların, hangi koşullar ve hangi eğitimlerin sonucunda bu basamaklara kadar gelmesi önemliydi. Ve de biz hiçbir zaman yakın tarihimizin bu penceresinden bakmayı pek sevmedik ya da öğrenmedik galiba.

Üstelik öne çıkan devlet yönetimindeki uygulamaların da başında benimsenmişe başladıkları RÜŞVET VE İLTİMAS oyunlarının, devlet yönetimini zaman içinde çabucak yıkıma sürüklediği bilinecektir. / Günümüzdeki iktidarda bulunan siyasetçilerin yaptıkları örnekler gibi /

Geneline baktığımızda bu fikirsel kutuplaşma Tanzimat döneminde:

A-           OSMANLICILIK olarak yayılmaya başlamıştı. Henüz milliyetçilik şuuru getirilmemişti de.

B-           İSLAMCILIK: Osmanlı imparatorluğunun siyasal ve sosyal bütünlüğünün korunması için din birliğinde gören teokratik devlet yapısını esas alan bir görüştü.

C-           TÜRKÇÜLÜK: Ancak Osmanlılar II. Meşrutiyet döneminde böyle bir fikirsel zemini bulabilmişlerdir. Aslında bu atılımın başlangıcı Balkanlar'daki azınlıkların arasında başlatılmış Milliyetçilik fikirlerinin bu kez başkent İstanbul'da süratle yayılmasından ibarettir.

D-           BATICILIK: Aslında Osmanlı İmparatorluğuna batıcılık, siyasal bir düşünce olarak değil, 18. yüzyıl sonlarından itibaren gelişen Avrupa'ya karşı bir benzeme tutkusuydu. Ancak batıcılığın doğru olarak anlaşılması ve fikren sahip olunabilmesi için I. Dünya Harbi yaşanacak, devamı yıkılmakta olan Osmanlı yerine yeni bir KURTULUŞ SAVAŞI yaşandıktan sonra devrimlerle birlikte olabilecekti.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları