Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Varsayımlı sapmalar

Millî ve dinî değerleri aşağılayarak, çiğneyerek toplumsal reflekslerin harekete geçirilmesinin örneklerini geçmiş tarihlerimizde Türkiye ya da Anadolu çok yaşadı. Zaman içinde daha çok küçük yöresel grupların birleşerek, yönetimin etkili olmadığı yerlerde aşiret olması, önceleri dinsel, sonraları vergi kaçırmak açısından kullandığı gerçeklerdir.

Ancak giderek büyümenin, sayısal çoğalmaların müştereken etkin ve kabul edilir din endeksli, inanç silahının ve de ayrı sayılan Kürtlerin önde tutulması biçiminde kullanıldığı da çok açık tarihi gerçek.

Elbette din ve atasal törelerin getirdiği halk olma birlikteliği zaman içinde millet olmayı getirir. Ancak halkın yöreleri itibariyle imkânsızlıklar içinde olması, bu kez eğitim ve öğretim eksikliğini getirir. Böyle hallerde öne çıkan kuşkusuz cahiliyettir.

Prof. Dr. Orhan Türkoğlu: "... Aydınların gelişip, halka doğru gitmesi, yeniliğin halka ulaştırılması, öte yandan da halkın millî kültür ve değerlerin alınması sürecini zaman içinde hazırlayabilir..." diyordu, 80 yıl önceleri basında ve kitaplarında.

İşte bu çok önemli değerlendirmenin gerçeğine bakacak olursak eğitim görmek isteyen okumuş olanlar, Doğu ve Güneydoğu halklarının eğitim adına asırlardır da Halep, Şam, Kayseri ve İstanbul gibi belli büyük kent okullarına yönelişi başlar. (19. yüzyılın ikinci yarısında.)

Geçen dönemler içinde henüz Osmanlı İmparatorluğu Devleti'ndeki okuyan kesimlerin, daha ileriye gitmek adına da Avrupa'da tahsile gitmeleri, artık konuların oldukça karmaşık, düşünce ve fikir akımlarının içinden çıkılmaz hale gelmesi dönemlerinde yaşandığı açıktı.

Bu yıllar içinde beklenilen, aydınların, bu kez de ancak %60'ının büyük şehirlerde kaldığını, kişisel bir çıkar sebebiyle yörelerine gitmedikleri olurdu. Bunun ötesinde geri gidenlerin ise bir kısmının bu kez de din açısından tarikatçılar çevresine katıldığı ya da geri kalanlarının da aşireti yönetenlere katıldığı olurdu.

İşte köşe yazımızda bahsi geçen Kürtler tanımı nasıl ya da neden ortaya çıkıyordu? Oysa, "Aynı dili konuşan, aynı inanç ve gelenekleri paylaşan, kurma ve geliştirme içinde tarihî ve kültürel miraslarını da kurma ve geliştirme şuuruna erişmiş olmayı gerektirir."

Nitekim genel olarak baktığımızda, düşünce ve hayat tarzları birbiri ile çatışmayan bireylerin oluşturdukları kültür çevresi ve millî kültür çerçevesi oluşagelmiş toplumlar artık millet konumuna gelirler. İşte yazık olan Doğu ve Güneydoğu halklarının eksik bırakılan tarafları maalesef böyle olmaktaydı.

Bilinir ki 300 yıl öncesine bakıldığında Osmanlı İmparatorluğu Devleti'nin halkları arasında süregelmiş aynı dinsel inanışa sahip milletler yaşamaktaydı. Asırlar öncesinden beri onlarla Türkler, Araplar, Lazlar, Tatarlar, Boşnaklar, vb. ile 19. yüzyıldan itibaren bir de Kürtler birlikte yaşamaktaydılar. Bunların hemen hiç birisi ayrı sayılmayıp, aynı dile, aynı dine de sahip olmuş müşterek haklara sahip insanlardı.

Bunların dışında kalanlara ise ekalliyet ya da azınlık denir. Osmanlı kayıtlarında ise onlara gayrimüslim denilirdi. Demek ki asırlardır onlar için vergiye tabi askerlik yapmayan halklar denilirdi. Kürtler ise hiçbir zaman Türk halklarından ayrı sayılmazlardı.

Şimdiye kadar bütün bunlar ne yazıktır ki yakın tarih içinde ayrıcalıklı bir Kürtler tanımlaması çıktı.

İşte bunu yıllardır araştıran yazar olarak ben de birçok yerli ve yabancı kaynaktan araştırmalar yaparak 2016 yılında Olympia yayınevince basılan KÜRT AYAKLANMALARI kitabımı yayınlamış oldum.

Ne yazıktır ki bütün devletlerde olduğu gibi en yakın tarih taramasında varsayımlardan uzak, belgeler ve bilgiler ışığında taramalar yapılırken, sözde tarihçiler ve yazarların sadece kişisel ve yandaş bakış açısında, 20. yüzyıldan itibaren Varsayımlı Kürt meselesi konusu öne çıkarılmıştır. Üzüntümün aslı da budur.

Bütün ülkeler gibi yakın tarihleri bilmeden, bugünkü gibi olanları doğru ya da yanlış anlamak ise mümkün değildir. Anadolu'nun doğusu ve güneyindeki asırlardan beri aynı köklerden gelen halklar tarafından sebep-sonuç araştırmaksızın zaman kutupları dahilinde değişimlere döndürmek istendiğini bütün dünya iyi bilir de, sanırım sadece biz anlamadık.

Sonuç olarak baktığımızda kazananların ise sadece ya komşuları ya da 20. yüzyılın adıyla Emperyalist ülkeler olduğunu, yayınlarından, belgelerinden açıkça bilinmektedir. Oysa dini, dili, atasal töreleri, örf ve adetleri, dahası yemeğinden evliliklerine kadar aynı olan halklardı onlar.

Asırlar önceki gezginci, daha sonraları köylerde ve kasabalarda yerleşik olan bu insanların bu kez de zaman içinde yörelerine göre ekalliyet ya da azınlık sınıfına sokulmak istenmesi, üstelik bu sınıfa girerken geneldeki cahiliye halkın bunun anlamını bilmediği de hiç anlaşılmazdı.

Gerçeklere bakılırsa, tabela ve bayrak edinilip yazanlar, olayları sadece iki grupta toplarlar:

1. Tarikatçı-şeriatçı ya da aşiretçiler.

2. Emperyalist ajanlar.

Bu genelde 20. yüzyıla girerken yıkılamayan bir imparatorluğun en kolay şekilde böl-parçala yöntemiyle, doğru ya da yanlış azınlıklar yaratmaktır.

Birinci kısımdaki anlatımlar zaten 16. yüzyılın yarısından da başlatılan yöresel, cahiliye toplumun tarikat, şeriat ve ağalık-aşiretçilik düzeninin olgularıydı. Sadece ikinci bölüm ise asırlardır yıkılamayan devletin bu kez Oryantalizm içinde bölüp parçalamak için yöresel halkları ekalliyet ya da azınlık şeklinde de sunmak, kendileri için Emperyalizm'e ajan üretmektir. (Değerli okuyucularım, gelecek hafta 2. bölümde bu gerçekleri anlatacağım.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları