Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

1950-60 dönemi aydınları

Kuşkusuz insanların hayatında hemen herkes bir tür yoksulluk içinde sürüklenebilir. Özellikle eğitim yıllarında bizden önceki Cumhuriyetin ikinci kuşağıydı bizlere iyiyi, kötüyü, milli kimliği ve bilimlerdeki asıl hedeflerin nasıl olması gerektiğini öğretenler.

O kuşak esasen 19. yüzyılın son yıllarındaki Osmanlı döneminde gelişim ve eğitim görüp öne çıkan ve adına benim Birinci Kuşak dediğimiz öncü kurucuların peşinden gelenler olarak ortaya çıkıyorlardı.

Bilindiği gibi Osmanlı İmparatorluğu'ndaki 1909 II. Meşrutiyet'in getirdiği kuralların bu kez gençler için eğitim kulvarlarında yayılmaya başladığı yıllar, bahsi geçen ikinci kuşağı meydana getiriyordu.

Onlar için artık aslolan dil, din, atasal töreler ve millî kimliğin getirdiği vatan sevgisi idi. Bu sebeple I. Dünya Harbi ve Kurtuluş Savaşı yılları bütün yokluklar içinde ikinci kuşak olarak, kişisel eğitimlerini görüp öncelikli olarak devlet hizmetinde görev almaya başlayacaklardı.

Gerekirse devlet yönetiminde siyasette hizmetler vermek, eğitim kurumlarında öğretmenlik görevleri ve de devletin bürokrasi kulvarındaki ilişkin işlerini de yaparken bir de kişisel becerileri ile edebiyata bizzat soyunanların yazdıkları şiirler, romanlar, dergiler vb. nin içinde bizzat yer alanlar olarak ortaya çıkmışlardı.

Aslına bakılırsa, onlara da etki edenlere zaten bir devletin yıkılma aşamasında birebir hizmet edip görev alan birinci kuşak aydınlar, kimlerdi dersiniz:

Yunus Nadi, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Mehmet Akif, Ahmet Refik, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yahya Kemal Beyatlı, Yusuf Ziya Ortaç, Zeki Velidi Toğan, Ömer Seyfettin, Falih Rıfkı Atay vb. leri de bu ikinci kuşağın ağabeyleri hocaları olmuştu.

Bizi yetiştiren ikinci kuşaklar ise:

Sait Faik, Nazım Hikmet, Behçet Kemal Çağlar, Arif Nihat Asya, Nihal Atsız, Sebahattin Ali, Abidin Dino, Peyami Safa, Necip Fazıl Kısakürek, İlhan Berk, Melih Cevdet, Hüsamettin Bozok, Oğuz Arık, Ömer Bedrettin Uşaklı, Orhan Seyfi Orhon, Halil Soyer, Osman Atilla vb.leri.

Evet bütün bu dönemin getirdiği aydınlar açıkça bize temel saydığımız Türkçe dilinin, eskilerde nasıl olduğunu ya da nasıl bakıldığını da anlattılar. Örneğin Aşık Paşazade bir şiirinde diyordu ki:

"Türk diline kimseler bakmaz idi,

Türklere hergiz, gönül akmaz idi,

Türk dahi bilmez idi, bu dilleri,

İnce yolu ol, ulu menzillerini..." (hedef)

Örneğin dostum kardeşim Edebiyat öğretmeni ve hâlâ Şile İlçe M. Eğit. Şb. Müdürü olan Hasan Basri Yazıcı;

"Kendileri için bir şey isteyen, başkaları için de istemedikçe. Kâmil insan olamaz..." diyordu kitabında.

22 Kasım tarihli köşe yazımda okuduğunuz gibi 66 yıl önce ortaokulda iken Türkçe-Edebiyat hocam Arif Nihat Asya'dan bahsetmiştim. Bu kez de 1955-58'deki İstanbul, Çengelköy Kuleli Askerî Lisesi öğrenciliğim sırasında bire bir tanışıp hocam olanları yazalım.

Edebiyat öğretmenim, sizin hatırladığım gibi eski Servet-i Fünun'culardan olan Ahmet Hikmet Müftüoğlu olmuştu. Yatılı askerî okulda bulunan şehirdeki yakın akrabaları tarafından hafta sonları evci izni alınırdı. Benim dayım da Çarşamba'da oturan Orhan Özkırım olup, o da o yıllarda yayınlanan Yeni İstanbul gazetesinde genel yayın müdürüydü.

Perşembe, cumartesi, gazeteleri de Cağaloğlu'nda idi. Yeni İstanbul, Şişhane'deki bir binada idi. İkinci kez hafta sonu gazeteye gittiğimde dayım yerinde yoktu, ama onu gazete içinde dolaşırken gördüm:

- Dayı odan niye kapalı? Deyince.

- Evlat odamda birisi var, köşe yazısı yazacak. Bana, 'Orhan kimse gelmesin dedi' kapattım.

- Peki dayı ben tanıyabilir miyim?..

Birlikte çıkıp odanın kapısını yavaşça açan dayıma, onun masasında oturan birisi şöyle dedi:

- Orhan bu bahsettiğin yeğenin mi? Gelin, gelin...

Evet sayın okuyucularım, o kişinin adı Peyami Safa idi. İki de bir yonttuğu kurşun kalemi ile önünde duran kareli kağıtlara köşe yazılarını yazıyordu. Ve ben ondan ilk kez dördüncü kareden metne girersin, sözlerini gördüm ve böylece yazmaya girdim mi?

1955-58 yılları arasında dayıma gittiğim zaman çoğu kez Peyami Safa üstadı görüyor, sohbet edip de hem yazı sanatı ve hem de edebiyat için birçok dersler aldığımı söylersem, bana şaşırmayınız.

Bir keresinde dayım Peyami Sefa ile birlikte gazeteden çıkıp Sirkeci'ye geldi. Benim geçen ayda yazdığım köşe yazımdaki ünlü Meserret Kıraathanesi'ydi burası. Dayımı ve Peyami Safa'yı burada bekleyenlerle karşılaştık. Yunus Nadi, Burhan Felek vb. gazeteciler ile oturup belki de saatler sürecek sohbetlerinde bulunmuştum.

Meserret'i, şimdiki kahveler gibi sanmayın. Oyun ve kuram pek yapılmazdı, karşılıklı edebiyat ve gazete sohbetleri hatta siyaset ve ülkenin geleceği için neler yapılması gibi fikirlerin açıkça konuşulduğu bir mekandı buralar.

Dahası bazı hafta sonları buraya gittiğimde ise bu yüksek okul öğrencilerini, gazetecileri, yazarları tanıyınca onlardan fikirler almak, düşüncelerini anlamak için de ellerinde getirdikleri defterlerine notlar yazdıklarını bire bir görenlerden olmuştu, ben henüz askerî lisenin öğrencisi iken.

İşte böyle bir ortamın içine şu ya da bu sebeple girmiş olursanız birebir böyle bir dünyanın etkisinde kalır onların yazılarını da sıkça takip eder, hatta her ne meslekte olursanız olun, sonuçta o yazıcılık, araştırmacılık dünyasının vazgeçilmez bireylerinden biri olup çıkarsınız aynen benim olduğum gibi.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları