Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

Yüzyıl öncesi ve son 30 yıl

Yakın tarihe baktığımızda I. Dünya Harbi ve Kurtuluş Savaşları sürecinde yaşanmış Türkiye'nin ortamını nedense bilmedik. Oysa yaşanmış ülkeler arası olaylara ciddi incelemeler gerekmekteydi. Batı'dan ve Kuzey'den gelen muhtelif etkinlikleriyle giderek devletleşen Avrupa'da doğmuş demokrasi sisteminin yerleşmesi döneminde çıkan Faşizm ve de Kuzey komşumuzda türetilmeye başlamış Komünizm öncesinde Doğu'daki varolan dinsel ve fikirsel, gizli ya da açık saldırılarla karşı karşıya kalmıştık.

İster istemez yeni kurulmuş Türkiye Devleti'nin mevcut halk yapısının %90'ı henüz cahildi. Ötede ise Batı Avrupa'da gelişmeye başlamış sistemleri ise, zemin arayışları içindeyken, halkın "Demokrasi'ye olan güvenleri" bu kez onların iç bünyesinde şu ya da bu biçimlerde saptırmaları yaşıyordu.

Bütün bu bilgileri iyi edinmiş olan bu yeni Türkiye Devleti'nin gelecek olan kuşaklarının bu kez tüm orta eğitim kurumlarında düşüncesel ve fikirsel yeniliklere el atılma mecburiyeti doğmuş oldu. Bu sebeple de "Yurttaş İçin Medeni Bilgiler" adlı kitabın doğrudan, lider Mustafa Kemal'in araştırması sonucu yayınlandığını anlayabilmiş değiliz.

Üstelik gelişi itibarıyla aydın kesiminin gelişimindeki Tanzimat kültürünün halen etkileşim altında olduğu tespit edilmekteydi. Bütün bunların yanı sıra da Batı'dan ve Kuzey'den gelen aykırı fikir akımların topluma yansıması, Kuzey'de olduğu gibi de "anarşist ve de sendikalist" ve hatta Güney Avrupa'da öne çıkan Faşizm'inde etkileşimleri doğmuştu. Temel hatlarıyla bakıldığında varolmaya çalışan Türk Demokrasisi'nde etkileşim yılları oldu.

1- Demokrasi aslında siyasal nitelikte olduğunda açıktır. Bu ise düşüncesel ve ahlâki bir kavram da olup, asla bir maddî çıkarlar ya da mide konusuna indirgeyerek, yurttaş özgürlüğü öncelikli olmalıydı.

2- Kuşkusuz demokrasi bireyseldir, eşitlik de severdir. Bu nitelik yurttaşın özellikle de egemenliğin insanlara katılmasıyla vardır. Her yurttaşın eşit şartlara sahip olmasıyla birlikte belirgin de kalmasını gerektirmekteydi.

Kabul edilir ki, çağdaş demokrasilerde özgürlük, esasta "toplumsal ve uygar insanın" bağımsızlığıdır. Yakın tarihin geçmişteki araştırmaları içinde Cumhuriyet'in kuruluş dönemlerinde halk "dindar ve kapalı bir toplum" konumundaydı kuşkusuz.

Evet eski defterlerin içinde zaman zaman da oldukça ilginç ve hatta günümüze de yansıyabilecek tanımlamalardan birisi de Neyzen Tevfik'in şu dörtlüğü:

"Kime sordumsa seni doğru cevap alamadım,

Kimi hırsız, kimi alçak, kimi ...... dediler,

Künyeni almak için partiye ettim telefon

Bizdeki kayda göre o şimdi mebus dediler..."

Anımsamadılar ki, Kurtuluş Savaşını takip eden uluslararası kulvarlarda, Lozan'da tescil edilip yeni bir devlet kabul edilmişti. Türkiye Cumhuriyeti deniliyordu, resmî kayıtlarında. Fakat bu yenilenmenin zorunlu kıldığı şartlarda mevcut bu Türk halkının eğitim durumu özellikleri ve temel esasları itibarıyla, bütün inançlara açık Laiklikleşme niteliğini öncelikli sayan, kitlesel büyüklüktü.

Bunun için de öncelikli olan düşünme, araştırma, sorgulama ve gerçekleri ortaya koyma ile özgürlüğü esas alan hakikati içeren gözlem ve deneylerdi. Fakat dinsel dogmalara, yani dini tartışılmaz şeklini anlayarak, buyruk ya da yarılamaya(kuramlara) uymayan, dahasında bunun için bir örnek vardır:

Fransız kimyager, Cleuda Bernard: "Deney odasına girerken, yakanızda pardösü olmasın, inançları kapının dışında bırakmak gerekir" diyordu. Günümüzde bazı benzerlikler var mıdır?

Ancak dikkatle düşünecek olursak Kur'an-ı Kerim'in bu tür ilkeleri, temel olarak insanların huzuru ve rahatlığı için var olmasıydı. Bütün bu ilkeler bireyle vicdan arasına kimsenin girememesini sağlamak içindir. Oysa kimi açıkgözlerin bazen "kendilerinde Tanrı'nın bilime ayrıcalığını ve de tekeli bulunduğunu öne sürmek küstahlığını da açık biçimde "Dini alet etmek" mantığı yatar.

İşte bu sanırım anlatılmaktan kaçılanlar ise gerekli kural İslam Dini'nin bu son derecede özgürleştirici temel ilkelerin "Laik bir toplum ve devlet düzeni" gerçeklerini perde arkasında bırakmak mantığının, artık çağ dışında kaldığıdır.

Hatırladığım kadarıyla yüz yıl önceki aydın Ziya Gökalp: "Bazılarına göre din siyaset içindir. Hakikatte ise din insanların yalnızca kendisi içindir. Dine gerçekte kıymet verenler dini ve itikatlarını (inançlarını) ve ibadetlerindeki konumlarına değer verenlerdir" diyordu. Unuttuk. Elbette ki halkın vicdanının kutsal inançları, dahası örf, adet ve devletin laiklikten uzaklaştırmayan iyi grupların elinde olmalıdır. İşte bu hal ve şartlarda ortaya çıkana sanırım bağnazlık denir.

Yazımızın sonuç bölümünde gelin 1920'lerde Fatih Camii'nden seslenen Mehmet Akif Ersoy'; "Ey Cemaat... Gözünüzü açınız ve ibret(akıl) alınız, artık kime hizmet ettiğinizi de görmek için zaman gelmiştir. Allah rızası için aklımızı başımıza toplayalım, bu şarttır gereklidir, çünkü zaman bitiyor." demekteydi. Evet aynen öyle oldu ve 620 yıllık Türk-Osmanlı Devleti yıkılışı yaşamaktaydı

Herhalde Mehmet Akif Ersoy'u hatırlıyoruz...

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları