Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Ferit Erden BORAY

Ferit Erden BORAY

Tarihe Tek Gözlükle Bakılmaz

29 Ekim 1923'e giden yol...

Bugün Cumhuriyetimizin kuruluşunun 96. yılı. Hepimize kutlu olsun.

Sevgili okuyucularım, bazı şeyleri bilmeden 29 Ekim'in değeri anlaşılmaz.  29 Ekim, Cumhuriyet'in Samsun'da başlatılan Anadolu halkının, devlet olarak yıkılış aşaması Mondros'tan sonra (1919-1921) geçen sürecin getirdiği Sakarya Meydan Savaşı, tüm varlığıyla vatanı kurtarış kapısıydı...

Sizlere bir tarihçi olarak kısaca 29 Ekim'e giden süreci anlatmak istiyorum...

***

Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil hoca der ki: "Hayatın ve tutunacağın yol hakkındaki tereddüde (kuşkuya) ve kararsızlığa düşüp de bir ışık aradığında bu kez fikrini soracağınız kimseleri ise çok iyi seçiniz..."

Bu açıdan baktığımızda, en azından bin yıllık Türk tarihini bilmeden, hatta hiç anlamadan 1071'deki Alparslan'ın Malazgirt savaşı için: "Malazgirt meydan savaşı Anadolu tarihinde Alparslan'ın vatan kurtarmasıdır..." diyorlar.

Artık kabul edilmelidir ki, hamaset, destanlar ve kahramanlık öyküleri açısından belki halkın da gözünde, duygusunda yerine oturabilir fakat kabul edilmelidir ki, bilinen 2000 yılı geçen Türk askeri ve ordusunun yüzlerce zaferleri vardır, önemlidir de.

Evet onlar İran hakimiyetinden sonra bu kez de dönemin son imparatorluğu sayılan Doğu Roma ya da adına BİZANS denilen devletin topraklarına girmesiydi. Bu şartlarda zorunlu olarak İmp. R. Diyojen ile 1071'de Malazgirt Ovası'nda savaş başladı, üstelik yaklaşık 83 bini bulan süvari savaşçısıydı. Türkler Bizans'ın yaklaşık 150 bini bulan ordusunun üstünlüğüne rağmen zafer kazanıldı.

Vatan kurtaran Sakarya Savaşları...

Bilinen yakın tarih anlatımlarındaki gibi 19. yy. ikinci yarısından itibaren başlatılan Avrupalı Hristiyan devletlerin sömürgecilik emelleriyle tahmin edilmez biçimde Kapitalizme dönüşümü, zorunlu bir Sanayi devrimini ve aydınlanmayı da getiriyordu.

Bu dönemlerde aydınlanma dönemine girilirken basın serbestiyeti, 1908 31 Mart İstanbul ayaklanması, 1909 II. Meştutiyet'in ilanıyla birlikte artık sözde Batılı örneği yeni bir siyasal düzene dönüşme yolunun sadece kapısını açtık.

Hiç tahmin edilmeyen biçimde 1911'de Avrupalı İtalya'nın Osmanlı toprakları Trablusgarb'e saldırı hareketi ve peşinden Balkanlardaki isyanlar, artık hiç hazır olunmayan ve beklenmeyen uluslar arasında savaşa kadar giderek yılları sürüklemeye başlamıştı. Bunun ötesinde Avrupalı Sömürgeci ya da Emperyal olmuş ülkelerin harp sanayi sonucu, kesin bir de ülkeler arası savaşı hazırlamaktaydılar. Osmanlı Devleti olarak biz bu konuma hiçbir zaman hazır değildik çünkü bu Osmanlı İmp. Devleti eski yıllarında da galibiyete her zaman hazır millet değildi.

1914'e gelinirken, zaten ikiye ayrılmış İTİLAF ve İTTİFAK Devletleri'nin hangi tarafında biz olacağız, ya da olmak zorunda mıyız demeden savaşın tam içinde oluverdik, 29 Ekim 1914'teki Karadeniz'de Rus limanlarını bombalayarak. Evet olan olmuş ve biz tam dört yıl süren Birinci Dünya Savaşı'na katılmış, doğu, batı, kuzey, güney toplam 6 ayrı cephede savaşların içindeydik. Sonuç nasıl

olduğu bilinmez şekilde Almanların yanında yer alıp onlar mağlup sayılınca, Osmanlı Devleti de 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması'yla mağlup oluvermiştik. Ne yazıktır, bu geçen 8 yılı aşkın savaşların hiçbir zaman sebep-sonuç tezlerini araştırıp da bu sebeple tam bir bilgi sahibi de olamamıştık, Sadece yedi düvel bize saldırmıştı masalına sığınıp da.. Savaşın aslı ve sebebi ise hiçbir zaman bu değil.

O yıllar için Batılı ve Doğulu kaynaklar açık adlandırmayla MÜBADELE (değişimle) dönemi derlerdi. Evet asırlardır süregelen Osmanlı-Türk İmp.Devleti başkenti Konstantinapolis, ya da İstanbul artık bu kez Batılı İtilaf devletleri ordularıyla işgale de yönelmeye

başlamışlardı. Peki ülkeye ne olacaktı? Eğer hakikaten ülke tamamen Hristiyanlar tarafından kazanılıyorsa, peki asırlardır süregelen ve VATAN dediğimiz Anadolu'muza ne oluyordu, Vatan denilen bu toprakların evlatları neredeydi? Onlar asırlardır olduğu gibi zaten hiçbir yere kaybolmamış yıllar süren savaşlarda ülkeleri için ölmüş öldürmüş, bazen kazanmış, bazen de yenilmiş olsalar da, MİLLÎ UMUTLARI'nı hiç bir zaman kaybetmiş değillerdi ki...

Her ne kadar 30 Ekim'de Mondros Ateşkes Antlaşması'nın sonucu, öncelikle ordu dağıtılıyor, silahlar bırakılıyor limanlar ve devlet kurumları İtilaf işgalcilerin denetimine giriyor idiyse de, aslı ne olacaktı?

İşte ne olduysa o zaman oldu ve 1919 yılının 25 Mart günü İngiliz istihbaratının Londra'ya yolladığı harp raporuna göre Osmanlı Devleti Mondros'un gereği ordusunun doğudaki silahlarını vermiyor ve Karadeniz'de yöresel Kuvvacı çatışmaları vardı.

Bütün bunların acilen düzene sokulması için Lordlar Kamarası'nın kararıyla 3 Nisan 1919 tarihli yazılarıyla İHTARNAME yollamışlardı. İhtar mektubu eğer şartlar verilen süre içinde yerine gelmezse tekrar savaşın devam edebileceği kararıydı,

Sultan Vahdettin yönetiminde bir devlet İstanbul'da savaş galibi ülkelerin sadece ziyaretçi gibi gelmiş oldukları zırhlılarına karşı durmaktaydılar. Tehdit notası üzerine, Osmanlı Harbiye Nazırı Muşir Şakir Paşa Vahdettin ve Padişah yaveri emekli paşalardan

İsmail Fazıl Paşa ki bu paşa -Ali Fuat'ın babasıydı-. Artık devlet çok daha büyük tehlikenin tekrar kapısını açarak, savaşa devam etmek zorun da mıydı? Ya da İngilizlerin istekleri üzerine Mondros şartlarının yerine getirilmesi için tedbirler ve çareler bulup bu konuda yetkili komutanlar bulunmalıydı. Ama bu nasıl olacaktı, öyle deli yürekler var mıydı? Evet vardı, gelin gerçek belgeler ışığında bakıp sizin çoğu eksik bilgilerinizi tamamlayalım. Osmanlı Ordusunun komuta kademeleri Mekteb-i Harbiye'den yetişirdi. 1902 mezunu 38 Harbiyeliden sadece 12'si üst düzey okul olan Erkan-ı Harbiye'ye(Kurmay Okulu) girdi. Fakat bunlardan yedisi ömür boyu hiçbir zaman ayrılmayıp, ülkeleri için canlarını ölümleri pahasına atıp, yılmadan savaşlara katılacaklardır.

İşte bunlara YEDİLER denilirdi (Gerçek deli yürekler). Selanikli Mustafa Kemal, Deniz Harbiyeli Rauf (Orbay), Ali Fuat (Cebesoy), Kâzım Karabekir, Fahrettin (Altay), Ali İhsan (Sabiş), Halil (Kut) adlı subaylar. Evet onlar 8 yıl süren ülkeler arası savaşlar sırasndaı komutanlıklar yapmışlar, hele Çanakkale'de zaferleri ve bir yıl sonraki Irak'taki Kut'ul Amera zaferini kazanıp İngilizleri(13.500 kişi) yenenler onlar değil miydi?

İngilizlerin bu tehdit notasına karşılık öne çıkan bu süreçte l. Ferik (tümgeneral) Selanikli Mustafa Kemal oldu ve 32 kişilik ekibi kurulmuştur. İşte Mareşal Şakir Paşanın hazırladığı ekibin 15 Mayıs'ta tayin edilen Bandırma vapuru ile Karadeniz'e cıkıp Samsun'a

ulaşmasının aslı budur. Devletin tayin ettiği başlık yazısı şöyle idi:

"9. Ordu Müfettişi-Umumisi 1. Ferik Mustafa Kemal Paşa Hazretleri Askerî ve Mülki Yetkili"...

Bu başlık bu grubun hem askerî ve hem de mülk denilen devlet adına tam yetkili olması kararıdır. İşte bu gerçek anlatılmadan üç yıl devam edecek olan Millî Mücadele ve Kurtuluş savaşımızın hiç bir şekilde gerçek savaşlardan bahsederken, sadece öykü

masal ve kahramanlık destanlarından ibaret tutup tarih yazmanın doğru tarafı yoktur. Sebep-sonuçlar mantığına tıkılmayan tanıtımlar, sade ve varsayım. Böylece 15 Mayıs'ta baylayıp, 28 Haziran'a kadar süren bu görevin aslı sadece-Mondros şartları gereği

silah bırakılmasına katılmıyan doğudaki ordu birliklerinden silahların toplanıp, İngilizlere teslim edilmesi ve Karadeniz'de başlatılmış isyanlar arasında Topal Osman gibilerinin Kuvvacı hareketi kısmen engellenip Karadeniz'de huzur sağlanacaktı. Evet Mustafa Kemal Paşa ve ekibi bu görevleri tam olarak yerine getirdiler, isyanlar durduruldu ve bahsi geçen bölgedeki tugayların silahları Mondros şartı gibi alınırken, sadece 1/10'u toplanıp aynen İngilizlere teslim ediliyordu. Evet isteniyordu ama bunun gerçekte hemen hiç birisi Osmanlıyı yönetenler ve padişah tarafından tam olarak yerine getirilmemiştir. Mustafa Kemal Paşa da temmuz başında görevden ayrılıp, -bakın ordudan istifa değildir- Anadolu'da halkı ve arkadaşlarıyla yeni bir zemin ve zaman kazanma günlerine giriliyordu.

Amasya hareketi sırasında Doğu Anadolu'da olan l5. Kolordu kom. Kâzım Paşa, 20. Kolordu kom. Ali Fuat Paşa, birlikte buraya geldikleri emekli Amiral Rauf Orbay ve Mustafa Kemal'le birleştiler. Bu yedilerin diğer yarısı neredeydi, hele Irak'ta 1916'da zafer kazanan Halil Kut Paşa neredeydi? Onun komutasındaki 28. Kolordunun iki tümeniyle birlikte İngilizlerin Bağdat'ı işgali sonrası, Kars üzerinden Azerbaycan'a kadar kaydığını öğrendiler.

Alel acele en azından Anadolu halkının birleşmesini temin için hukuken bir cemiyet kurulmalı idi; Müdafaa-i Hukuk cemiyeti, bu kolay olacaktı. İzmir'i işgale başlayın İtilaf Devletleri destekli Yunan ordusuyla ciddi bir savaş için ordu kurmak

işi, çok zordu, 1- Para hemen hiç yok, 2- Orduya komuta edecek albaylar sayısı çok az ve asıl gerçek olan ise, savaş için silahlar, toplar ve mermiler yok denilecek kadar az sayılardaydı.

Sivas lisesi sınıfında yapılan gizli toplantılar sırasında bu aynı sınıf arkadaşının yanında onlar arasında yer alan, ancak kurmay olmayıp, başarılı bir Osmanlı Albayı daha vardı, Bekir Sami Bey. Müştereken aldıkları kararla gerekli olan ordu için zorunlu olan para ve silahların doğudaki Kafkas ya da Türkler, Azerbaycanlılar ve Rus Çarlığını deviren Bolşevikler ve Lenin i1e görüşmek gerekliydi. Bunu en iyi başaracak olan, bölgedeki tümeniyle Erkan-ı Harp Kut zaferi kahramanı Halil Paşa olacaktı. Böyle kararlaştılar, Hali1 Paşa gizlice Eylül ortasından itibaren Azerbaycan ve Bakü'ye yöneldi. Bu sırada bilindiği gibi Sivas Kongresi kararı sonucu, Temsil Heyeti üyeleri seçilmiş, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulmuş ve merkez Ankara olmak üzere de temsilciler, Kasım-Aralık döneminde Ankara'ya gitmişlerdir. Bu sırada başkent İstanbul'da karışıklıklar içinden çıkılamaz hale gelmişti.

Ancak Mustafa Kemal ve arkadaşlarının Sivas'ta aldıkları Misak-ı Millî kararları acilen Padişaha da gizlice iletilmiş, bunun İstanbul'daki Meclis-i Mebusan'da dahi konuşulup, kabul edilmesi istenmişti. Bütün bunlar Hükümet Başkanı Ali Fuat Paşa'nın da desteğini almaktaydı. Nitekim 1920 Ocak sonu ve şubat başı toplantılarında bu fikir meclisçe onay almış oldu. Bu durum artık İstanbul'da işgal etmeden duran İngiliz ve Fransızları uyandırmakta gecikmez. 29 Mart günü İstanbul'da Meclisi Mebusan resmen işgal edilip, kapatılmakta gecikilmedi. Ancak Ankara ise meselenin bu hale gelmesini istemekteydi, öylede olmuştu. İstanbul'daki milletvekillerinden 72'si şu ya da bu sebeplerle Ankara'ya kaçmaya başladılar. Üstelik bu sırada Osmanlı Erkan-ı Harbiye bşk. Fevzi Çakmak, gece yarısı tutuklanıp, ertesi günü de serbest bırakılmış. Derhal telgraf başına geçip bu kez Ankara'da Mustafa Kemal Paşa ile görüşmeleri de sürer. Bu görüşmeler sırasında, Mustafa Kemal'in Paşaya derhal Ankara'ya subayların kaçırılması, özellikle de Teşkilat-ı Mahsusa başkanı Albay İsmet'in yollanması istenir. Fevzi Çakmak Paşanın emriyle 3 Nisan gecesi trenle Ankara'ya kaçabildiği ne yazık tarihlerde pek yazılmamıştır. Çok geçmeden 7 Nisan günü de İstanbul'dan gizlice hareket eden Fevzi Çakmak Paşa da Ankara'ya gelip, Mustafa Kemal'a katılır. Sonuçta bilindiği gibi 23 Nisan 1920'de resmen Ankara'da Büyük Millet Meclisi açılmış oldu. Kurtuluş için mesele basit bir cemiyet olmaktan çıkmış, artık milletvekilleri bulunan halkın kabul ettiği Meclis haline gelmişlerdi. Fakat Yunanların bilindiği gibi 15 Mayıs 1919'dan beri sürekli Ege'de yayıldıkları, halkı tacizler ve işgaller altında ızdırap çektirdikleri biliniyordu. Her şeye rağmen Osmanlı devletinin dağıtılmış ordusu yerine süratle Kurtuluş ordusunun tesis edilmesine başlanacaktı, ama nasıl. Sadece Yunanların Anadolu'da yayılmasını engellemek adına, milis ve Kuvvacılar denen halkın kendi kuvvetleriyle kısmen durdurulmaya başlanmıştı.

Bütün bunlar yaşanırken, Doğuda Kâzım Karabekir Paşa'nın kolordusunda gençleri toplayıp askerler yetiştirdiği Anadolu'daki bilgilendirilmiş. Ordudaki bazı alaylar ve tugaylardan saklanmış silahların gizli yollarla, Ankara ve Haymana bölgesinde toplanmakta

olduğu da bilinmekteydi ama, hâlâ yeterli değildi. Özellikle ordudaki bir kısmı emekli olmuş, bir kısmı dağılan görevi bırakmış muhtelif rütbelerden subaylar erbaş (Astsubay), zabitler ve üstg., yzb., bnb., yarbay ve Albay'a kadar subayların da Ankara'da toplanmaya başladıkları oluyordu. Bütün mesele bu ordu düzeni kağıt üzerinde hazırlanırken, asker sayıları tamamlanırken onların her türlü giyim-kuşamları da bulunmaya başlatılmıştı.

Bütün bunlar hazırlanırken, Rusya da çalışmalarını da yapmakta olan Halil Kut Paşa'nın 1920 aralığında acil olarak gizli kurye ile Ankara'ya mektubu gelir. Mektup şöyledir:

"Mustafa Kemal Paşa, ben aylardır üstüme aldığım görev için öncelikle Azeriler ile yakınlık kurduk. Alabildiğine hatta giyim-kuşamlarda halk arasında toplanmaya başladı. Bunun esasında asıl mesele Bolşeviklerden reis Lenin ile görüşmek üzere Moskova'ya gittim, dedi ki:

-Halil Paşa, senin İngilizleri Kut'ta yendiğini çok iyi öğrenmiştik. Asıl olan Emperyal devletlerin ise Çar Rusyasına yolladığı yüklü sayıdaki silahlar ve imkanlar vardı, biz bu sırada isyan başlatmıştık. Çar devletini tam kurtaracakları sırada, bizim de

çok tedirgin olduğumuz günlerde, 1915 martından itibaren siz Çanakkale'de devreye girdiniz ve onları tarihlerinde hiç beklenmeyen şekilde durdurduğunuzu gördük. Bu bize çok geniş imkanlar yarattı ve Romanof Çarlığını tamamen yenmiş olduk. Sizlere medyunuz, ne isterseniz verelim?

Tamam da Mustafa Paşam, ben kaçak bir Osmanlı Paşasıyım, resmiyetim yok ki. Sen Ankara'da ne yap ve et resmî bir Moskova Elçisini Meclis adına yolla bu olur."

 İşte bilinmeyen tarihin gerçekleri budur. 1921 Ocağında Moskova'ya giden Ali Fuat Paşa, Azerbaycan ve Bakü'de Halil Paşa ile sınıf arkadaşları olarak buluşup, meselenin bütün koşullarını masaya koyup tam bir yetkiyle, işe koyulmuşlardı. İşte hiç bilinmeyen gerçek buydu. Sonuçta 1921 Martına gelindiğinde artık Rusya, Lenin'in talimatı, Başbakan Troçki'nin uygulaması ile Ankara adına resmî bir Rus elçisi tayin edilip, ordu için gizlice yollanacak silahlar hazırlanıyordu. Evet, Rus Bolşeviklerinin ekibiyle, Ali Fuat ve Halil Kut paşaların emrine 18 kamyon ayrıldı. Bunun Türkiye'ye gideceği sırada Batum'da da Azerilerin hazırladığı 25 kadar yüklenmiş öküz arabaları vardı. Rusların kamyonlarında, sıkı sıkı üstü kapatılmış araçlarda, 13.500 Rus tüfekleri, 1500 tabanca, 3B0 maksim makineli tüfekler, 22 adet kısa menzilli top ve sandıklarda her silaha uygun 73 milyon mermi. Bunları korumakla ilgili Rusların ünlü Kızıl Ordusundan Halil Paşanın isteği üzerine bir süvari taburu yer almıştı (600 Rus subay ve askeri). Bunlar hariçinde 60 kişilik silahlı bir süvari takımı ise sadece en arkada gelen bir kamyonu koruyordu. Bu kamyonda ise 8 sandık ve içlerinin her birisinde 5.000 Rus altın parası bulunmaktaydı.

Nisan ayına girilirken bu ekip Kafkaslarda isyan başlatan Ermenilerin saldıramayacağı hale gelmişti, bunu hazırlayan Halil Paşaydı, biliyordu. Hemen durum Ankara'ya M. Kemal Paşa ile Erzurum'da Kazım Paşaya gizli kuryelerle mektup olarak yollanmaktaydı.

Evet durum bütün gizlilikler içinde anlaşılmış yollanılan silah ve para yardımlarının, Türkiye'de İngiliz ve Fransız işgalinde olduğunda ne Kızıl Ordu ne Türk topraklarına girmesi uygun olamazdı. Bunun en kolay çaresini Kazım Paşa bulur. Elçi dahil gelmekte olan silahları ve büyük konvoyu, Erzurum'un Karaköse bölgesinde ormanla kaplı bilinmeyen yerde teslim edilecekti.

Nisan ayı biterken mayıs başlarında bu teslimat aynen yapıldı. Rus ekibi bir haftalık misafirlik sonucunda gizlice tekrar geriye yollandı.

Ve tarihlerimizde bir suçlamayla denir ki: Büyük Yunun ordusuyla yapılan savaşlara Kâzım Paşa gelmeyip, kaçmıştı... Ne denir ki, bu tamamen yanlış ve cahilane bir tarih anlatımıdır, yazıktır. Kâzım Paşa bu savaşta Doğumuzu emniyet altına almıştı.

Artık Mayıs ayından itibaren doğudan ve kuzeyden gelen silahlar ve toplanan subaylarla birlikte tam yetkili ve savaşa hazır bir KURTULUŞ ORDUSU tamamlanmaya başlamıştır. Peki böylesine en azından iki kolorduluk ordunun, komutanları da kimler olacaktı diye sorarlar, söyleyelim:

Son Osmanlı Gnl. Kurmay Başkanı Müşir/Mareşal Fevzi Çakmak, 2. Ferik (Korgnl) Mustafa Kemal Paşa, Emekli Amiral Rauf Orbay, Fahrettin Altay, Sakallı Nurettin, Asım Gündüz, İzzettin Çalışlar, Refet Bele, Yakup Şevki, Hüseyin Hüsnü, Ali Kemal, Nazmi Selek ve İsmet Paşa...

Sonuç olarak bakıldığında böylesine doğrudan İtilaf Devletleri desteğinde Yunan ordusu ile ne kadar devam edeceği bilinmeyen bir savaşa girmek oldukça zordu. Bunun kararı ve tam yetkili adına da Başkomutanlık denilen kararın alınması Meclis'te verildi.

Sonuçta başkumandanlık yetkisi Fevzi Paşanın önerisiyle 2. Ferik (Korgnrl) Mustafa Kemal Paşaya verilmiş olur. 08.07.1921. Ancak yapılacak savaş alanı toplam 100 km.de 37 km. derinlikteki çok geniş topraklardı Üstelik bu toprakların tamamı ülkenin vatan topraklarıdır. Artık yapılacak savaş tartışılmaz biçimde vatan kurtarma savaşı olacaktır. Gerçek budur, masal ile kahramanlık öyküleriyle tarih anlatılmaz.

Başkomutan M. Kemal Paşa ordusuna ve de Meclisine şu emri verir: "Yalnız düşman karşısında olanlar deği1, köyünde, evinde, tarlasında hazır bulunanlar halkımızın sanki silahla vuruşan savaşçılar gibi kendini güvende de tutacaklardır."

Hatta insan olarak, Türk ve Müslüman olarak bütün sahip olduğu varlığını, maddi ve maniveiatını eğer yurt savumasına ve memleketine karşı gevşek ve ağır davranmak olursa, savaşları ve çatışmaları göze alıp, inançla da sarılacaklardır..

HATTI MÜDAFAA YOKTUR, SATHI MÜDAFAA (koruma hattı) VARDIR ve bu SATIH BÜTÜN VATANDIR denilen gerçek Sakarya Meydan Savaşı'nın aslı budur, bunu hamasi 1071 Malazgirt savaşına benzetmek yanlıştır, çünkü Malazgirt sadece iki günde bitirilmiş zaferdi, Sakarya ise 22 gün 22 gece devam eden bir vatanın kurtuluşu savaşıdır.

Özetleyecek olursak; 23 Ağustos-15 Eylül arası ölümüne devam ettirilen bir savaştan bahsediyoruz. Polatlı'da kurulan Harp karargahında, toplam kuvvetlerimizin 2 kolordu, l süvari tümeni ve destek halk araçlarıyla, sivil erzak taşıyanlarıyla 85 bin kişi. Harp başlatıldığında gün be gün ordunun raporları Ankara'da Millî Savunma Bakanı Refet Paşa ve Başbakan Rauf Orbay'a bildiriliyordu. Cephelerdeki çok değişken farklı savaşlar, hatta yenilgiler bile yaşanırken, son durum ancak 12 gün sonra belirlenmişti.

Türk ordusunun 3700 şehit verdiği, 11 bin kadar da yaralımız olduğu, Yunan ordusunun ise 2000 ölü ve 15 bin kadar da yaralı verdikleri öğrenildi.

Evet savaş daha uzun detay verilmeden kazanılınca Eylül sonunda toplanan Mecliste, üç yıl harp kıdemi alan ve başkomutanlık meydan savaşını kazanan Mustafa Kemal Paşa'ya, Mareşallik rütbesi Fevzi Çakmak'ın yazılı emriyle verilir...

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yazarın Diğer Yazıları